Cahit Saraç ile Tiyatro
Ana sayfa
Öz geçmiş
Geçmişten Esintiler
Tiyatro
G.Antep Bel Sehir Tiyatrosu
Devlet Tiyatrosu
T.R.T Ankara
Gazete Yazılarım 1
Gazete Yazılarım 2
Tebrikler
Şiir ve Cizimleri
Fotoğraflar
İletişim
Tiyatro
G A Z İ    A N T E P    T İ Y A T R O   T A R İ H İ        
 
   21. Ağustos   1959                                                                                       
 
 GAZİANTEP te ilk TİYATRO   faaliyetleri   Nafia Memuru Emin YILMAZ , Muallim ASIM ve Hüsamettin beylerin zamanlarına rastlamaktadır Gaziantep’ te ilk kez tiyatro 1926 dan 1930 yılları arasında    kısa aralarla   faaliyet   göstermiştir. Bunlardan
  
1- Türk OCAĞI 1926 yılında MENENZADEtarafından 5000lira harcanarak yapılmıştır.
2- İNCOZADE Hüseyin Efendi tarafından1926 yılında yapılan Sinema  binasıdır.
3- MAARİF TİYATROSU ‘ dur Maarif Cemiyetinin malıdır 1930 yılında   3465 Liraya mal olmuştur. Ama ne yazık ki Yazar- Seyirci –Oyuncu üçgeninde kısır bir çerçevede kaldığı kadın oyuncu olmaması bunlardan daha önemlisi   içinde olduğu zamanı da işin içine katarsak mütahassıp’lıktır 1923 yıllarında Şadi Fikret Anadolu’yu dolaşmış Milli Sahne bu yıllarda kurulmuş Türk Ulusunun yüksek değerlerini tarihten alınan örneklerle kahramanlıklarla. ( Mete –özyurt -Çoban-İnkılap Çocukları ) gibi övgü dolu bir bakıma Devletin ve geleneklerinin korunması.Türk kadınlarının fedakarlıklarını konu alan oyunlar Eğitici birleştiriciliği bütünleştiriciliği bakımından Halkevleri temsillerinin yararları olmuştur. buyıllarda‘’ TürkTiyatrosunu Himayet Cemiyeti bile kurulmuştur’’ derneğin koruyuculuğunu 6 kişilik bir idare heyeti 5 tanınmış yazardan oluşan edebi heyet 21.maddede’’ Cemiyet evvel be-evvel temsil heyetlerinden birisini himayesine alacak ve bunun inkişaf ve terakkisine muktaz bütün maddi ve manevi muavenetlerini temin edecektir.saniyen nüfusu kesif şehirlerde başlamak üzere peyderpey vatanın her tarafında BELEDİ teşkilatın muavenetiyle ihtiyaca göre Tiyatro binaları tesisine çalışılacaktır. kurucular içinde Antep mebusu kılıç Ali de vardır. olumsuz etkiler bırakan guruplar millet vekilleri tarafından kontrol altına alınmak istenmiştir 1911 de kurulmuş Türk Ocaklarının yerini 1931 de temeli atılan Halkevleri aldı.1940 yılında Mersin Halkevi topluluğu tren ile Gaziantep’e turne yaparakYARIM OSMAN adlı oyunu oynamışlardır burada en büyük sıkıntı bayan sanatkarların eksikliğidir. 
          Ertuğrul MUHSİN beyin 27.Teşrinevvel 1918 de yazdığı makale bu uzun süren yılların en güzel teşhis ve   kanıtı olduğudur alıntı olarak alınan   makale şöyle
 ‘’ Tiyatro’nun devam etmesi ve yaşaması için şartlardan biri de şüphesiz ki kadın aktris’lere olan ihtiyaçtır.ne yazık ki kadınsızlıktan tiyatromuz yok ! kendi kendimize karşı mürai olmamız bizim içtimai hastalıklarımızı tezvit ediyor Avrupa’ ya gider gitmez sefaret imamlarımız bile sarığın yerine güzel güzel şapkalarını giyiyorlar ve tiyatro’ ya gidiyorlar da burada kadınlarımız dan biri çıkıp da çarşafı ile olsun zararı yok bir yerde oturamıyor ,tiyatro ‘ya gidemiyor niçin ? Dindarlığı mı mani hayır ! kocası mı mutaassıp hayır neden mutaassıp kimselerden bir de Merkez Kumandanlarından korkuyorlarmış o kadın o hanım kendisini yüzlerce diğer TÜRK hanımlarının takip edeceğine şimdiden emin olabilir  
             Yukarıda sizlere sunmuş olduğum bir alıntıyı Türk tiyatro’sunun büyük sanatkarı  Muhsin ERTUĞRUL bey bundan 41 sene evvel Türk Sahnesinde ( bayan oyuncu ) hakkında bize önemli bir eksikliği anlatıyor şimdi bir değil yüzlerce kadın sanatkar var Türkiye’mizde fakat Gaziantep’imiz daha o yıllardaki gibi tiyatro bakımından mutaassıp.bu durum eğer böyle devam ettiği takdirde .tiyatro’ya kolay kolay kavuşamıyacağız demektir.yüzlerce gencimizin kalbi tiyatro için çarpıyor ,bu gençlerimiz tiyatro anlayışının kültürünün yayılıp kökleşmesi için ellerinden geleni yapıyorlar.Milli Eğitim Vekaleti teşkilatının elimizden tutarak bu isteğimiz üzerinde durup bizleri düşünmesini dileriz.
 
                                                                                        Cahit SARAÇ   21.8. 1959
                                                                             
                                                                  
           
 KALE ALTI   ve      CAMBAZLAR
 
Çocukluğumda Cambazlar şehrin   işlek ve en canlı yeri olan Kale altını seçerler bir gün önceden direkleri alana diker kalın halatları çekerek hazırlıklarını tamamlardı, bize ailemiz tarafından verilen izin bir yönü Tahtani camii’ne en son hudut da keçehanedeki ekmekçi dükkanına kadardı…nasıl olsa mahalleli bize kendi çocukları gibi sahip çıkarlardı ama camii sınırını aşıp gitmek olmazdı ..çünkü orada camii hizmetlisi Emine bacı vardı onun için içleri rahattı pazar hamamının damı yan yana dizilmiş sıra halinde bir kaç kilimci dükkanının yer aldığı alandı camii sınırına kadar devam ederdi kilimcilerin çevresinde yaz aylarında tüyleri dökülüp kelaynaklara benzeyen Denizli horozları yanlarındaki tavuklar ile ortalıkta özgürce gezinirlerdi kimseleri hesaba almadan yüksek sesle toplanıp aşık oynayan kumarcılar ( aşık kemiğinin dört yüzüne ayrı ayrı ad verilen ( Gıt—say- Çik- Tök ) bazen sarı yaldızlı büyücek aşıklarla yere atılmak suretiyle kumar oynatılır burada küfürler ve sık sık çıkan kavgalar yüzünden büyüklerimiz buradan geçmemize izin vermezlerdi.. Aileler de zorunlu olmadıkça başka yolları tercih ederlerdi.. oysaki Uzun çarşıya inmek isteyenler için burası en kısa yoldu.. tabii camii hududunda kumarcılar için işler değişir hemen saygılı ve ciddi olurlardı…Emine bacı camiinin devamındaki merdivenlerden benim İNCO ‘ların damına geçmeme izin verirdi.. güçlükle kuzumu otlatmak için dama çıkarır nisan ayının taze otları ile güzelce otlatırdım. Kale altına gelen cambaz gösterilerini kuş bakışı buradan izlerdim ancak İlkokula başladıktan sonra cambazları daha yakından izlemek imkanını buldum. beyaz pantolonlarla çoğunlukla karı koca olan cambazlar ortaya çıkar önce denge sırığı ile daha sonra da sırıksız üstelik bazen bisiklet ile ipin sonuna yaklaşıncaya kadar yüreklerimizi hoplatır ellerimiz kızarıncaya kadar alkışlardık onları izleyen bol basma giysiler içinde yanakları boyalı ‘’ İBİŞ ‘’ Ebe gümecini pişirdim yedim yedim karnımı şişirdim - altı aylık bebeği düşürdüm ‘’ diyerek karnını tutup ortaya çıkar cambazı hafife alır ben de yaparımmm diye bize bakarak olurumuzu almak istercesine direğin yanına yaklaşıp sonra vazgeçer gibi uzaklaşarak seyircilerin tepkisini ölçüp yapamaz kanısı uyandırdıktan sonra İBİŞ cambazın yaptıklarından daha ustaca inanılmaz numaralarla takdir alkışı toplardı..belki de İBİŞ ile bu noktada bütünleşip bu alkışların bir kısmı da bize gelmiş gibi gurur duyardık. proğramın sonuna doğru suratına daha koyu renklerle makyaj yapmış olarak ortaya çıkan İBİŞ bir teneke ile ÇAT-PAT –KÜÜTT oyununu sürdürerek bütün seyircileri güldürür sonra da elindeki TEF’i daire şeklinde döndürerek kendilerini kuşatan seyircilere uzatır para toplarlardı. bazı seyirciler de paraları olmadıklarından mı nedir bunu önceden hissedip hemen kalabalıktan sıyrılırlardı .!
 
KALE ALTI ve DESTAN SATICILARI
    
 Kale altı Gaziantep’in en canlı ve işlek merkezi saylırdı işportacıların ve Cambazların dışında Destancılar buldukları yüksek bir yere yahut taşın üzerine çıkarak elinde tomarla bastırlmış birer sayfalık herkesin cebinden çıkarıp verebileceği hediyesi bir kuruş olan destanı önce destancıya özgü mimikleri ile olayı yaşatırcasına okur çevresi hemen oracıktaki insanlarla dolardı.. kalabalık biraz da destancının marifetine bağlıydı bazıları duygusal ve acıklı olurdu örneğin Erzican depremleri üzerine yazılanlar –hastahane köşelerinde - gurbet ellerinde- bizim millet dertli insanlarla dolu..bunun Tiyatro ile ne ilgisi var diyeceksiniz düşünüldüğünde tiyatroda olduğu gibi bunun bir anlatma sanatı olduğunu düşündüm bu yüzden yaşadığım çevremde gördüğüm teatral şeyleri kendime yakın bulduğum için bundan bahsetmek ihtiyacını duydum..dinleyenler bu duygusal destanları   beğendikten sonra o bir kuruşları uzatır zaten o anda dinlemiştir ama destanı satın aldıkdan sonra destanı alan kişi belki evdekilere - yakın dostlarına da okutmak için bu parayı vermiştir..destan satıcıları çoğu genellikle Maraş’tan Elbistan ‘dan gelenlerdi..topluca bastırdıkları bu destanlarla çevredeki kasaba ve vilayetleri gezerler Halk diliyle yazdıkları değişik ana konular için en çok olaylar – yangın – gariplik - yetim kalma – fakirlik - deprem-cinayet - bazen de toplumsal taşlama ve eleştiri niteliğindeki yazdıkları bu destanlarından geçimini sağlarlardı .. İstanbul’da iş var aş var..para var diye gelen birinin destanı örneğin şöyle   başlayabilirdi..
 
                                                                Yorganı yastığı sattım da geldim
                                                                 Ellerim açıldı sırrına erdim…..
                                                
  *** ( bu destanlar çoğunlukla ÖZEL kendine has bir EZGİ ile okunurdu.)
 
 
 SOKAK   ARASI   MANİCİLERİ
 
bu manicilerin çoğu meslek sahibi satıcılardır..örneğin dondurmacı-susam helvacısı-hadis ve cüz satanlar -simitçi -horozlu şeker ve elma şekeri satanlar - çoğu müşteriler bu satıcıları önceden tanıdığından elindeki parayı uzatarak bir horozlu şeker ama bir de mani isterler satıcı horozlu şekeri bir kağıdın ucuna sararken başlar mani’ye
                                         
                                              Gergefte sırma mısın
                                              Bağdatta hurma mısın
                                              Ben burada ah ederim
                                              Sen oradan duyar mısın
 
Maniler atışma manileri-düğün manileri- Bekçi -Davulcu manilerii- Niyet manileri- satıcıların söylediği maniler - gibi sınıflandırabilinir manicilerin bazıları ezberlediği manileri kullanırlar bunun dışında o anda karşısındaki kişilere göre anında mani dizenlerde yok değildir ! bu da bir beceri ve birikim ister bu manilerin çoğu sonunda müşterilerinin                      kıkırdayıp gülmesiyle sonuçlanır maniciler söyledikleri manilerden ayrıca para almazlardı.               
 
 
ÇOCUKLUĞUMUZDA   SIK SIK OYNADIĞIMIZ BİR OYUN
 
Ç   Ö   M   Ç   E   L   İ               G   E   L   İ   N
 
Gaziantep yöremizde hemen güz mevsimi yağmurlarının başladığı günlerde daracık sokaklarımızda oynadığımız ÇÖMÇELİ GELİN oyunu belli ki orta Asya kökenli olup Türklerin TİYATRO UNSURLARI taşıyan bir oyundur bu konuda GAZİANTEP HABER G A Z E T E S İ ‘ nin 9- MAYIS l972 tarih ve 3710 sayısında uzun bir inceleme yazım çıkmış, bunları ayrıntılı şekilde yazmıştım..bana göre Tiyatro açısından bu kadar önemli olan çoğunlukla yağmur mevsiminde mahallede oynadığımız bu oyun üzerimize sinen TİYATRO kokan bu çocuk oyununu tekrar kısaca anlatmayı bir görev sayıyorum: mahallenin kızları ve oğlanları toplanır fazla itina etmeden hazırladığımız Çömçeli gelinin tahta iskeletini hazırlayarak hemen kızlara teslim ederdik. kızlar hemen buna bir gelin başı yakıştırır tahta çitanın üzerine becerdikleri kadar ellerindeki renkli bezleri değişik GİYSİ şekline sokup gelini giydirirler başına da içimizden resme yetenekli olan bir arkadaşımız ( çoğunlukla bu iş bana düşerdi ).kırmızı bir dudak ağız ve göz yaptıktan sonra Gelinin boynuna bir çömçe asardık ve işte oldu sana çömçeli gelin , bir elinden erkek..bir elinden kız arkadaşımız tuttukdan sonra arkasındaki gurupla şen şakrak yürüyüp mahallemizde oturan ailelerin kapısını tek tek çalarak isteklerimize başlardık aileler oynadığımız bu oyunu   bizim kimin çocukları olduğumuzu zaten bilirlerdi .biz hep bir ağızdan ahenkli bir şekilde - ÇÖMÇELİ GELİN NE İSTER ? BİR KAŞIK YAĞ İSTER pencereden bakan ev sahibi aşağıya inerek YAĞ’ı görevli arkadaşımıza teslim ettikten sonra elindeki bir tas suyu çömçeli gelinin başına döker…şen şakrak ilerleyen gurup halinde ilerler sonra sıradaki başka bir evin kapısını çalarak’’ ÇÖMÇELİ GELİN NE İSTER..BİR .KAŞIK SALÇA İSTER’’neticede köfte yahut helva malzemlerini tamamlanmış olurduk !... gerçekten hiçbir aile mahalle çocuklarının bu isteğini geri çevirmezdi. bizler topladıklarımız bu malzemelere göre önceden kararlaştırdığımız sokaktaki evlerden birine giderek ya köfte yoğurur ya da helva ! ev sahibinin evde olmadığı salonda topladığımız malzemelere göre tercih ettiğimiz kolay hazırlanan şeyleri orada pişirip hazırlarken hemen eğlencelerimiz başlardı.. ben elimde değnek karnıma ve sırtıma birer yastık koyup, başıma bir atkı sardıktan sonra DEDE olur toplulukla birlikte göbek atıp coşkuyla oynayıp zıplarken birden yere yıkılır ansızın ölürdüm…benim karım rolünü üslenmiş olan kız arkadaşım NİNE olarak benim için ağlar,sızlar elini başına vurur..acıklı ağıtlar söyler…baştan beri coşku ile devam eden şenlik bir anda sessizliğe gömülür herkes benim çevremi sararak birden matem havasına girerler NİNE acı içinde durmadan ağlar biraz sonra da bana yani ‘’ÖLMÜŞ DEDE’ye hazırlanmakta olan yemeklerden (helva vs.) ağzıma birer kaşık verilir. ben de yemeğin etkisi ile birden bire dirilir ve çevreme şaşkın şaşkın bakarken herkes sevinir eller çırpılıp oyunun başındaki gibi şenlik ve coşku aynı şekilde güle oynaya devam ederdi..
                                                                       
 
 
****-SONUÇ
 
bundan daha iyi TİYATRO mu olur?..yüzyıllardır orta Asya ‘dan kopup gelen Türkler arasında oynadığımız bu oyunun içinde her şey var. KOSTÜM- MAKYAJ dışarıdaki yağmur ve GÖK GÜRLEMESİ ‘ni de EFEKT olarak sayarsak bu Naturalist oyunun neyi eksik ? Orta Asya Türklerindeki TOTEM kalıntılarından çıktığı da bunu göstermiyormu ? kim bilir yöremizde tarihden kopup gelen daha nice TİYATRO unsurlarını taşıyan unutulmuş neler var..neler
                                                        
 SADİ TEK KUMPANYASI
1946
 
NAKIP   SİNEMASI’ nda gördüğüm ilk kumpanyadır 7 yaşında babamın teberru (bağış) karşılığındaki davetiyeyi babam ıstemediği halde annem ile değerlendirmekte ısrar ederek gittik babam tiyatrodan haz etmezdi tiyatro‘nun belki de Sadi TEK’ in kendine ait özel olduğunu   tahmin ettiğim kırmızı   perdesi ve üzerine yansıyan o sihirli ramp ışıkları altında içim aydınlanmış gibi bir duyguyu bu gün bile içimde saklıyorum kaşları ve saçları kaybolmuş haşmetli görünümü ile bir heykelden farksız haşmetli görünümü ile Sadi TEK oyununa başlamadan o kırmızı perdenin önünde sanki tüm seyircilerin ellerinden tutarmışçasına hem sert..hem olabildiği kadar mert hem iyi yürekli hem de duygusal   kendini tamamen seyirciye vererek başlardı şiirine   :
 
                                           Ne atom bombası
                                           Ne Amerikan rüyası
                                            ……………………
                                            Ne……( sayfalarca devam eder)…………..
                                     
diye başlayan bu şiirleri ile dünya politikasını evire çevire bütün çıplaklığı ile ortaya sermeğe çalışıp kendi yazdığı aklı selim şiirlerinin o günlerin amacına yönelik bir şikayetler karışımıydı bu şiirleri uzun uzun okuyarak alkışını alır basılmış şekilde perde arasında isteyenlere parasız olarak dağıtılacağına söz vererek perde çok kısa bir süreliğine kapatılır birkaç dakika sonra oyuna kostümlü şekilde başlarlardı tabii çıt çıkmadan.. oyunun adı yanılmıyorsam ‘’ CAM KIRIKLARI ‘’ bundan birkaç ay sonra Gaziantep’e Milli bir oyun olan  Atatürk’ün adının sık sık geçtiği Hayri Muhittin Beyin eseri Milli duygularla yazılmış ‘’ KURTULUŞA DOĞRU oyunu ile gelmişti...Ertuğrul Sadi bey Anadolu da varlığını sürdürmeye, bunun yanında seyirciyi eğitmekle Türk tiyatrosuna büyük hizmetlerde bulunmayı kendine görev edinmişti.. perde arasında o zamanlar aldığım Ertuğrul SADİ TEK’in dergisinden çok şeyler öğrenmiştim..Sadi bey Yunanistan’ ın en ünlü OTHELLO su diye bilinen GAVRİLİDİS ile birlikte Othello’yu başarıyla oynamış 1933 yıllarında sadi bey T.A.T.adı altında temsiller vermişti kadrosundaki kadın oyuncuların sayısı da oldukça kalabalıktı kimler yoktu ki Suat Hanım- Bedia-Leyla-Mediha-Fikriye- Şayeste- hanımların yer aldığı ve teknik işlerle de ünlü Muhittin Bey ‘ in sorumlu olduğu oyunlarına devam etmiş,,,1947’lerde çok yoğun Anadolu turnelerine katılmıştır. Gaziantebimize defalarca gelen sınıf ayırımı gözetmeden herkese uygun fiyatlarla oynayan Ertuğrul Sadi Bey’in o zamanların en iyi HAMLET oynayan başarılı aktör olduğunu ve Ortadoğu da,yurt dışında tanınan. oyunları ile saraylara davet edildiğini bu dergide belgeleri fotoğrafları ile ayrıntılı olarak okumuştum bu büyük oyuncu. Ertuğrul Sadi TEK ne acıdır ki hayatının sonlarına doğru İstanbul ‘da düşkünler evine sığınmış. unutulup gitmişti..
 
AVNİ   DİLLİGİL
 1946
 
Avni DİLLİGİL Gaziantep’e en sık gelen   turne guruplarından biridir,her gelişinde de Gaziantep Tiyatro seyircilerini yere göğe sığdıramaz hep baş tacı eder ..biraz da Kayseri ve Eskiehir seyircisinden bahsederek oyuna öyle girerdi , bu bakımdan Ertuğrul Sadi TEK ile Avni DİLLİGİL aralarında çok benzerlikler vardır Ertuğrul Sadi TEK de AVNİ DİLLİGİL gibi ANADOLU’ ya gönül verip seyirciyi eğitmekte ve bir çok sanatçıyı yetiştirip onların sahneye çıkmasına neden olmuş değerli bir hocadır. Darülbedayi kadrosunda çalıştıktan sonra–Ses tiyatrosu’nu kurmuş ve 1946 da STRINDBERG’ in ‘’ SUÇLU MU’’ adlı oyunu oynarken tiyatrosu yanmış 1949 da İzmir Halk evinde temsillere çıkarak çok sayıda oyunlar sahneye koymuştur EGE bölgesinde turneler geçekleştirmiştir. bu geniş kadroda: Salih TOZAN - Nezahat TANYERİ - Belkıs DİLLİGİL - Zihni RONA- Muazzez ARÇAY- Hayri ESEN-Mücap OFLUOĞLU- Aliye RONA- Sadri ALIŞIK-   Nedret GÜVENÇ yer almışlardı.
 
AVNİ   DİLLİGİL ŞEHİR   SİNEMASINDA
1974
 
Avni DİLLİGİL’ in 1974 de G.Antep ‘e geldiği bir turnede Şehir sinaması’nda RENKLİ FENERLER oyunundan sonra Avni bey ile oturup G.AntepTiyatrosu için hizmete nereden başlayabiliriz diye tecrübelerinden yararlanmak istedim.. Avni Beyin en önemli tavsiyesi oyuncuların kendi bölgesinden seçilmesi ve yetiştirilmesi olmuştu.. değerli görüşlerini bizden esirgememişti o zaman Avni Dilligil kadrosu ile gelen Mustafa Silahtaroğlu maddiyat düşünmeden aramıza katılmış bir çok oyunlarımızda oynamıştı.yıllar sonra Ankara Devlet Tiyatrosu Altındağ Müdürlüğüm sırasında oğlu Rahmi ile Avni beyin sevgili eşi Belkıs DİLLİGİL Ankara ya gelişlerinde   evimizin baş konuğu olurlardı.
 
NAKIP SİNEMASI
 1946- 947     GAZİANTEP ‘e   gelen   KENAN GÜLER TİYATROSU –
 TURNE OYUNU    - OKUL ÖNCESİ TİYATRO
 
 Okul öncesi  Nakıp Sinemasına turne ile gelen KENAN GÜLER Tiyatrosunda’ adını hatırlıyamadığım çok güzel pırıl pırıl dekorları olan bir aile komedisi seyrettim daha sonraları merak edip .bu turne tiyatrosunun ve Kenan Güler’ in adını araştırdığım halde hiç bir bilgiye rastlayamadım belki de zarar edip tiyatrodan vaz geçmiştir diye düşünerek artık bu işin peşini bırakmıştım Kenan Güler çocukluk yıllarımda ilk turne yapan tiyatrolardan biriydi derleme vodvil olarak LEYLA ile MECNUN’ u Müzikal komedi tarzında araya danslar katarak oynamıştı başlıca rolleri Kenan Büke -Refet Gülerman-Şevkiye May-oynamışlardır. Kenan Güler çok önceleri - İHT (İstanbul Halk Tiyatrosu)   kadrosunda da yer almıştır.
 
BAYRAM   YERLERİ                                                    
 
daha çok bayram günleri çadır tiyatroları faaliyet gösterirdi Belediye hanı arkasındaki bayram yeri olarak tanımlanan bu yerler renkli görünümlere sahne olurdu.civar köylerden elleri kınalı ceplerinde mendillerle kol kola gelen çocuklar.. rengarenk giysiler içinde dolambaçlara salıncaklara koşuştururlar..at arabası sahibi yan yana oturttuğu çocuklarla çevre turları yaptırarak para kazanırlardı bu at arabalarından başka balonlarla süslenmiş faytonlar hizmetteydiler..bayram yerleri uzun vadeli dolaşacak yerler olduğundan acıkanlara bir tahta masa ve etrafına kürsüleri dizilip nohut dürümleri – kebap - ayran-kavurma –satan yerler vardı. çadırlar içinde gösteri yapan sihirbazlar önce çadır önünde bir kaç numara gösterdikten sonra asıl gösteriye biletleri satarak içerde devam ederlerdi çadır üzerindeki kocaman büyük bez afişler onlar için çok önemliydi.!.büyükçe çadır gösterilerinden en önemlisi yer çekim kanunundan yararlanarak hızla dönen motorsikletler üzerinde beyaz giysilerle ayağa kalkıp ..ellerini bırakarak Türk bayrağı açması ile alkışlar arasında gösteri sona ererdi..yine çadırlarda kafes içinde büyük fedakarlıklarla Afrika’dan getirilen yılan- aslan-maymun gibi hayvanlar sergilenir.. bunlara hem fazla yaklaşılmasın hem de seyirciler arasında heyecan yaratsın diye reklam amacıyla ‘’ on kişiyi acımasızca tike tike parçalayarak yiyen aslan ‘’diye takdim edilirdi.. yine çadırlar içinde ’’ kesik baş’’gösterileri de kendine göre seyirci bulurdu .
 
 ÇADIR TİYATROLARI 
 
çoğunlukla bayram günleri faaliyet gösteren topluluklardı.. içlerinde bu işi ciddi yapanlar kadar iş olsun diye yapanlar da vardı.. kalabalık yerlere kurulan çadır Tiyatrolarında tanıtım bezleri üzerine yazılan oyun isimleri çok önemliydi ‘’karısını cebinde gezdiren Adam-kahkahalı komedi beş perde’’..tabii bunların çoğu takma isimler kullanırdı.’’ Reşit Naşit bey kumpanyası’’gibi sahte isimler örneğin ‘’muhteşem dansöz NANA ‘’elbette filmlerde oynayan ünlü Dansöz Nana ile hiç ilgisi olmayabilirdi..eğlendirmek üzere kurulan bu tiyatrolar kaba çizgili-bazen açık saçık güldürüler oynayan topluluklardı oyunlarında bir metne dayanmaz arada olayların akışını seyirciye göre ayarlayıp güldürürler  tabii ara sıra da sonunda bir ders vermeyi ihmal etmeyenler de çıkardı.
 
OKUL ÖNCESİ   ve SONRASI SİNEMA
 1946
 
Sinema ile daha okul öncesinden tanışmıştım ilk sinema filmi ile tanışmam NAKIP ALİ Sinemasında zamanın sessiz filmlerinden Rudolf VALENTİNO nun oynadığı ‘’ ŞEYHİN OĞLU ‘’ filmi olmuştu.. aklımda kalanlara göre Valentino iki rolü şeyhi hem de şeyhin babası olan yaşlı şeyhi canlandırıyordu daha sonraları sessiz sinemanın en büyük yaratıcılarında bol pantolonlu ,kocaman sağa ve sola bakan ayakları ve kendine has kundurası ile , melon şapkalı .sürekli baston çevirerek sakar davranışlı kişisi Ş A R L O nun sessiz fimleri , ayrıca LAUREL ve HARDY nin   bizi gülmekten kırıp geçiren komedi filmleri bende büyük izler bıraktı bir de Chaplin in çağdaşı Buster KEATON’un zeka ürünü sessiz filmlerini çok severdim Nakıp sinemasına sık sık SABU nun ve TURHAN Beyin filmleri gelirdi basında çıkan haberlerde bu artistlerin Türk olduğunu yazarlar biz de Amerika’daki Türk aktrislerimiz ile sonsuz gurur duyadık onların filmlerini kaçımazdık belki de bunlar film işletmecilerinin ısmarladıkları şişirme haberler olabilirdi (daha iyi hasılat yapmak için) kimbilir.. annem ve komşularımızı da alarak birlikte gittiğimiz BAYDAR sinemasında oynayan ‘’AMBER’ adlı yabancı bir filmde ayrıca EKMEKÇİ KADIN- RÜZGAR GİBİ GEÇTİ –ELMACI GÜZELİ-Muhsin ERTUĞRUL Beyin Cahide SONKU ile oynadığı ŞEHVET KURBANI –( filminde mendillerin ıslandığına şahit olmuştum.) -BİR MİLLET UYANIYOR –BATAKLI DAMIN KIZI AYSEL –KİNG KONG - Şezemmm diye ellerini yukarıya kaldırıp pelerini ile havalara uçan ‘’ DEV ADAM ‘’   boyuna sandalyelerin başlara vurularak parçalandığı (içimden yer yer bu Amerikalıların sandalyeleri hep böyle uyduruk mu olur aferin bizim Gaziantep’deki ustalara diye düşünürdüm) vurdulu kırdılı 36 kısımlık alt yazısız orjinal sıkıcı filmler .bir ara Rusyadan gelen ve konusu daha kolay anlaşılan masalımsı filmler ( KONUŞAN BALIK ) gibi hatırladığım okul öncesi gördüğüm filmlerden bazılarıydı..
 
 
SİNEMA ÖNLERİ
 1947-48
 
 Film seanslarından önce sinemanın önü Panayır yeri gibi kalabalık olurdu.., işi olan olmayan orada toplanır afiş tahtalarına iliştirilmiş bir kaç fotoğraf varsa önünde beş dakika durmanız yeterliydi.. fotoğrafın başına bu filmi görmüş biri gelir ‘’ filmin oğlanı hazineyi bulduktan sonra düşmanları öldürür ! aha o şapkalı adam ölmez sonra karargahdaki esir Apaçi’nin reisi üç adamıyla kaçar.. gibi ayrıntılarına varıncaya kadar filmi anlatır dinleyenler de filmi kafalarında canlandırarak görmüş gibi olurlardı tabii bu anlatana göre değişirdi..Baydar sinemasının yan duvarından Nakip sinemasına girişe doğru uzanan sağ sırada iki büfe vardı bunlar mevsimine göre tane ile portakaldan tutturun da mandalina fıstık yayla sakızı bizim sonradan tanıştığımız sulu hurma.,keçi boynuzu.şeker kamışı satılırdı..şeker kamışı boyu ölçülerek verilirdi,bir işaret parmağı yüz para ederdi gerisini siz hesaplayın yüz paralık da keçi boynuzu aldın mı 36 kısımlık bir filmi bitırirdi.. Sinemanın önünde çocukların sattığı yahut birini diğerleriyle değiştirmeye çalıştıkları resimli Mandrake-.Zoro - Pekos Blll-Tüfekle para karşılığı hedefi vurmağa çalışanlar..cırcırcılar.Adana üç Bursa beş misli Eskişehir’e bas kazan parayı..elden satılan biletler..bu hareketli alan sık sık zabıtalar tarafından basılır ama yarım saat sonra yine aynı manzaraları görürdünüz ..demek ki o zamanlar kışlar daha soğuk ve buydurucu geçiyormuş ki üzerimizde sako (uzun palto)ve başımızdan omuza attığımız poşu ve geniş atkılarla dolaşırdık .sakoların boy uzunluğu dizimizi geçerdi,..bunlar da sinemada işimize yarardı..gelecek arkadaş olduğunda yanımızdaki sandalye üzerine yatırır biri geldiğinde elimizi sakonun üzerine atarak sahibi var derdik. bir de filme geç gelenler vardı ! o zaman salonda şimdiki gibi yanlara gizlenmiş kedi gözü denen lambalar yoktu.. ellerinde çakmağı ileri tutarak alluş (ali) nerdesin? salonun içinden bir ses sesime gel sesime ! diye biri bağırırdı ! bu durumda ben ilginçtir adam arkadaşını gördü mu? yerini buldu mu diye merakla takip eder ancak buldu ise o zaman arkama yaslanıp rahat ederdim...Nakıp sinemasının sahne altında tünelimsi bir geçit vardı.. girişli çıkışlı bu tünelde tuvalet bulunur etrafı kalın tellerle çevrilmiş (ampul çalınmasın belki elektrik çarpmasın diye) bir ampul aydınlatırdı. neredeyse.tavanı başımıza değecek kadar alçak olan bu uzun geçitte arkadaşlarla erken saatte sözleşir film başlayana kadar bu geçitte DİMBO (teslim almaca oynardık) benTürk filmlerindeki artistlerin hepsini bilirdim.. dergi ve gazetelerden artistlerin resimlerini keserek kendime kalın bir albüm hazırlamıştım ayrıca yabancı filmlerin dublajlarında kimlerin konuştuğunu hemen anlardım bu Sami Ayanoğlu. - bu Necdet Mahfi Ayral -bu Talat Artemel.-bu Rıza Tüzün.-bu Adalet Cimcoz..bu da Reşit Gürzap..
 
HALKEVİ
 1948
 
İlkokula başladıktan sonra en büyük merakım Halkevlerini görmekti! içeri nasıl gireceğimi bilmiyordum.. ama binanın diğer kısmı olan Halkevi sahnesini görmek bana daha kolay geliyordu bir süre bu kapıda beklerdim içeride Musiki çalışmaları olduğu gelen seslerden belli olurdu buraya ortada bir neden olmadan girmek olmazdı..ama asıl idare binasını görmek daha zor geliyordu ! sonunda cesaretimi toplayıp içeri girmeye karar vermiştim.. bir soran olursa ona ‘’ öğretmenimiz bize  görev verdi Nasrettin Hoca kitabını arıyorum’’ diyecektim.içeriye korkarak önce ayaklarımın ucuna basa kimseyi rahatsız etmeden kütüphaneye girdim içerideki görevli ağabeye yavaş sesle çocuk kitapları var mı dedim.. oradaki görevli işaret edip rafı gösterdi..en başta Ömer Seyfettin’in hikayeleri vardı aldım yine ayaklarımın ucuna basa basa yandaki masaya oturarak okumağa başladım..hep öteki odaları merak ediyordum..aldığım hikayenin ikinci bölümünü söktüre söktüre okudum kitabı da aldığım yere bırakarak sessizce çıktım..baştaki büyük oda dershane gibiydi daha ilerdeki salonda güreş çalışıyorlardı koridordaki genç adam kimi aradığımı sordu..acaba Nafi öğretmenim burada mı dedim..etrafa sağa sola bakarak dışarıya çıktım.kendimce bir bahane bulmuştum.!.ama yıllar sonra buraya daha rahat girecektim .
 
 
OKULLAR ARASI    KAVGA OLİMPİYATLARI…
 1948
 
Okul yıllarımızdaki adetlerden biri de okullar arasıyapılan taşlı sopalı gerçekten ciddi savaş karşılaşmalarıydı..Tabakhanedeki İlk okullar kavga konusunda bizden daha üstün olduklarından bu karşılaşma Bostancı okulu ile yapılırdı kim fazla yaralı verirse o okul savaşı kaybetmiş olurdu.!önce okulun karşılıklı elçileri bir araya gelir dövüşün hangi gün..hangi saatte başlayacağını, silahları çoğunlukla sapan taşlı olarak seçilerek karşılaşmalar Kalenin eteğinde yapılır sonuçta ciddi yaralanmalar olurdu.…ben bu dövüş olimpiyatlarından akla yakın , uygun bir bahane ileri sürerek yavaşça sıyrılır, Cahit Bizci gibi cesur ve gözü pek bir kişiyi de  caydırmayı başarırdım..
 
OKUL VE SİNEMA
 1948
 
Okula başladıktan sonraki günlerde ikinci ve üçüncü sınıflarda öğretmenlerin olurunu verdikleri filmlere gitmek isteyenler sınıf başkanına ücretleri önceden verir toplu halde bilet alınır ya çarşamba yahut cumartesi öğleden sonra başımızda öğretmen olmak şartı ile bize ayrılan yerlere otururken...doğal olarak kalabalıkta çıkardığımız gürültülere dışardan seyirciler susun be ! türünden itirazlar olurdu..o tıka basa sinemanın dolu olduğu zamanlarda örneğin: Shakespeare’ in ROMEO ile JULİET filminde olduğu gibi anlamayıp kaçırdığım sahneleri merak edip sonradan aynı filme bir daha gittiğim olurdu
 
SAMSON ve DALİLA
 1948
 
Okulumuzun toplu olarak gidip de en çok sözünü ettiği film: SAMSON DALİLA idi Samson rolünü Victor MATURE , Dalila rolünü de Hedy LAMARR George SANDERS de zalim komutanı oynuyordu . o yaşlarda bile dikkatle Rejisörün adını aklımda tutmaya özen gösterirdim .bu büyük filmin yönetmeni Cecil De MİLLE idi .bu film o zamanın teknik yenilikleri ile geniş seyirci kitlelerinin beğenisini kazanmıştı filmin konusu gayet basitti SAMSON bütün kuvvetini saçlarının uzuluğundan almakta hilelere alet edilen sevgilisi DALİLA uykuda onun saçlarını keserek kuvvetini alır bir süre sonra SAMSON’un işkence gördüğü hapishanede saçları tekrar uzayıp da eski haline gelince tapınak sütunlarını yıkarak zalimlerden   acı bir şekilde intikamını almış olur.
 
MUHARREM    GÖYMEN ve SÜTUNLARI YIKAN ADAM
 1948
 
hiç Sinemaya gitmemiş çok sevdiğim sınıf arkadaşlarımdan Muharrem GÖYMEN (Pazar Hamamının sahibinin oğlu) bizim zorlamamızla bu filmi görmüş her önüne gelene SÜTUNLARI YIKAN ADAM filmini   sakın kaçırmayın ! bu filmi ne pahasına olursa olsun muhakkak görün diye filmin sahibiymiş gibi canla başla herkesin görmesini tavsiye ediyordu Muharrem önlüğünün altına sığmayacak kadar gürbüzdü hiç ağzı boş durmaz , hep bir şeyler atıştırırdı derste bile kimselerin fark edemeyeceği şekilde cebindeki bastığı eliyle küçük küçük parçalar haline getirip usulca ağzına atar , daha sonra öteki cebinden aynı ustalıkla ceviz ve fıstık içlerini çaktırmadan alıp yutardı bir defasında başöğretmen derse…girip okul kurallarından bahsederken muharremin sık sık elini cebine atmasından kuşkulanmış ne saklıyorsun sen cebinde muharrem yok efendim diye itiraz edince gel buraya diye yanına çağırmış elini önlüğün cebine sokunca kara üzüm olduğunu önlüğün ikinci cebine sokunca da kara üzümün yapışkan çekirdekleri elini sanki bal kovanına sokmuş gibi yapış yapış etmiş o yapış yapış ellerle muharreme basmıştı tokatı .. zil çalındığında Muharrem cebindekileri kimselere ortak etmemek için okulun en sakin köşesine çekilir etrafı kolaçan ederek yerdi.,onun bu huyunu bilenler birazcık da bana ver diye ona sataşırlar,o da sadece ceviz olan cebine şöyle bir elini daldırıp silkeleyerek ha bir tane ceviz içi kalmış diye ufak bir parça ikram ederek hemen oradan sıvışırdı. o zamanın paylaşmacı çocuklarına bu davranışlar çok ters gelirdi !
 
TEK ÇARE   - HÜCUM!
 1948
 
buna bir çare bulunmalıydı..bunu da organize etmek bana düşüyordu benim arkadaşlara tavsiyem anlaşılır öz ve kısaydı.. size işaret ettiğimde hemen ceplerine saldırıp hepsini boşaltın ! o kadar. eylem planı başlıyordu.. ikinci dersten çıkış ziliyle birlikte onun   koluna girerek..geçenlerde gittiğimiz filmin adı neydi ? unuttum Muharrem diye sordum yürüdüğümüz yerde gereken ilgiyi kurmuştum... Dalila saçlarını kesti daha sonrasında ne oluyordu şimdi unuttum der demez hemen yakınında sütuna benzer bir şeyler arayarak bir elini odun deposunun üstüne öbür elini de duvara boylu boyunca uzatarak başladı sütunları yıkarmış gibi zorlamaya ! o anda öbür arkadaşlara göz kırpıp yanımıza yaklaşmaları için ilk işareti vermiş oldum.. hemen Muharrem’e övgülere başladım -vallahi Samson dan daha güzel rol yapıyorsun ! demeye kalmadan işaretimle arkadaşlar ellerini bütün kuvvetiyle yana uzatan Muharremin cebine daldırıp cebini iyice boşalttılar bastıkları sucukları, cevizleri,aramızda güzelce paylaştık ders boyunca Muharrem bize ters ters bakarak hayıflanmaktaydı. ders sonunda teneffüse çıkarken Muharremin koluna girip özür diledim, sucuğu ona uzatıp boğazımdan geçmedi Muharrem senin için ayırdım ! dediğimde bana bakıp gülümsüyordu…..
 
SADİ TEK ve TİYATROSU
 1948
 
 Sadi Tek Tiyatrosu Gaziantep’e..geldiklerinde de hep aynı şeyi yaparlardı önce Resmi dairelere uğrayıp izin aldıktan sonra ilk işleri oyunda ki tanınmış birkaç oyuncu ile birlikte Tüccarların bulunduğu Belediye hanına uğrar davetiye şeklindeki kartları teberru (Bağış) karşılığında tüccarlara uzatır oyunun konusunu nereden geldiklerini kaç yıllık oyuncu olduklarından bahsederek bir dostluk kurmaya çalışırlardı !
 
 
DAVETİYELER - TEBERRU   (BAĞIŞ)
 1948
 
 Bunu yapmak zorundaydılar... çünkü doğrudan Gişe’ye güvenmek zarar etmek demekti az sayıda bir kadrosu olsa da Otel ve otobüs masrafları bir de perde aralarındaki revü (dans yahut dansöz kadrosu) eklenince bağış karşılığı davetiyelere ağırlık vermeleri gayet doğaldı.. babam tiyatroyu sevmediğinden bağışı yapar davetiyeyi de aldığı halde kullanmazdı üstelik birilerine verip işe de yaratmazdı. davetiye ye sahip olmanın bir tek yolu vardı onu da denedik annemin babamı razı ederek birlikte gitmek istediğimizi ısrarla tekrarlamak yalvarıp yakarmak bu taktik bir kez sonuç verdi babam bizi Nakıp sinemasının kapısına kadar getirir oyunun bitiş saatini öğrendikten sonra doğru Maarif’ deki camlı kahveye arkadaşlarının yanına giderdi Sadi TEK çok ciddi bir oyuncu idi onun Yurt dışındaki başarılarını duymuş hatta Şah RIZA nın davetiyle orta doğuda kendini kabul ettirmiş defalarca Yurt dışında HAMLET’i oynadığını büyüklerimizden duymuş dergilerinden okumuştuk ! Sadi beyin perde aralarında bize ücretsiz dağıtılan   şiirleriyle dolu bu Tiyatro dergisi hala arşivimde durur…
SADİ TEK ve AVNİ DİLLİGİL
 1948
 
SADİ bey de AVNİ DİLLİGİL gibi Anadoluyu gezerek tiyatroyu tanıtmak aynı zamanda seyirciyi eğitmek amacı ile büyük emekler ve uğraşılar veren birbirinden yetenekli büyük ustalardı…çocukluğumda Sadi TEK ve Avni hocaları defalarca izlemek şansına sahip oldum. hele Avni DİLLİGİL hocanın seyirciler arasında yersiz bir harekete yahut yüksek sesle gazoz satan birine karşı sert tavır takınarak birden oyunu bırakıp protesto suskunluğundan (bu büyük ustalar Anadoluda seyretme adabını da öğretiyorlardı) hemen sonra Shakespeare’ den   H A M L E T oyunundan bir tirada kendini kaptırıp çılgınca alkışları topladıktan sonra oyuna kaldığı yerden tekrar devam etmesini hiç unutamam.!
 
         
 BAKIMCI EMİNE ‘ nin Oğlu – ve REJİSÖR VEDAT ÖRFİ BENGÜ 
 BEYAZ    BAYKUŞ     Oyunu   Hazırlığında
 
Karagöz caddesi ile Salaba ağzı arasında daha doğrusu Tütün hanının karşısında bisikletçinin bir altındaki ufacık tuhafiye dükkanı (EĞİN TUHAFİYE yahut ENGİN TUHAFİYE ) gömlek vs. satıyor.dükkanı bizim mahallede yokuşun başındaki bakımcı Emine ‘nin oğlu işletiyormuş ( adını unuttum Sabahattin yahut Ahmet EĞİN olabilir)..oğlu benden en az on beş yaş büyük..İncecik giyimine itina eden nazik. ve Kültürlü biri....onu bizim mahalleden gelip geçerken hiç görmemiştim.bir gün Karagöz camisine açılan işlek ve dar yoldaki dükkanın kapısı önünden geçerken -bir dakika genç adam..!.diye seslenen biri.-biz aynı mahalleliyiz diye kendini tanıttı..ben komşunuz Emine’ nin oğluyum diye başladı okul nasıl..? ne öğreniyorsunuz ? okul dışında neler yapıyorsunuz ?..ben okulu ve durumumu özetledikten sonra boş zamanlarımda Halkevi karşısındaki Milli Eğitim Bakanlığı kitap evinin klasik Tiyatro serisindeki oyunların tiryakisi olduğumdan falan bahsedince gözleri parladı ! Shakespeare’in Hamlet ‘ini okudun mu ? hem okudum hem okul ile birlikte filmine de gittik ! oradan buradan derken tiyatro’yu çok iyi tanıdığını derin kültür birikimi olduğunu iyice belli ediyordu. öyle tertemiz bir Türkçesi vardı ki ona özenmemek elde değildi .konuşması bile insanı rahatlatıyordu - bak mahalle arkadaşım dedi..madem tiyatro’yu çok seviyorsun.. gel yarın bizi izle ! başımızda VEDAT ÖRFİ BENGÜ var! bir kaç gün önce İstanbul’dan geldi…kendi yazdığı oyununu sahneye koyacak oyunun adı ‘’ BEYAZ BAYKUŞ ‘’okumuş muydun? yoook dedim M.E.B. Tiyatro serisinden böyle bir şey çıkmadı ! ben de bilmiyorum dedi..C.H.P Halkevleri yayınlarından olabilir çalışmaları merak ediyorsan yarın cumartesi öğleden sonra saat 14 .00 de Sanat okuluna gel ( tam emin değilim- yahut da Halk Evi idi) bir sanat sever arkadaşım daha var şair.Yalçın DAİ onunla birlikte gelsem olur mu dedim , biraz düşündükten sonra başını sallayıp peki..olur.. deyiverdi cumartesi prova ya gittik ! tanıdıklarımdan kimler mi var ?
 
 TANIDIK ARIYORUM    BAKİ SOLAK (TAMER )
 
 Baki Solak tiyatro adına Gaziantep’e hizmetleri geçmiş bir Sanatçı..( Tütün Hanında memur olarak çalışıyordu ) elbette benden yaşlı nerden mi tanıyorum ? o sıralarda ailece gidilen düğünlerde karşılaştığımız bir sanatçı- taklit yapıyor..her defasında da Pırtlatan BAL’ı ( Pekmez) i anlatıyor..on dakikalık anlatım ama ( mimik gerektiren )masalardaki gürültüler kesilmiş müzik susmuş...herkes gülüyor.. işte Baki beyi taklitlerinden tanıyorum Baki bey yanılmıyorsam ELAZIĞ doğumlu idi 1960 yılında Filmciliğe atılıp yüzlerce filmlerde oynamış arada film senaryoları yazmış sinemanın esmer delikanlısıydı. ..
 
 
 
TANIDIKLAR     ABDULLAH    ÇİTÇİ   ve      NECİP BAHRİ  GÜNENÇ
 
başka tanıdık arıyor gözlerim. galiba Abdullah Çitçi de oradaydı bir de Fevzi Günenç ‘in babası Necip Bahri de oradaydı kimseyi rahatsız etmemek için yanımdaki ağabeye Vedat Örfi BENGÜ’nün kim olduğunu soruyorum masa başındaki elinde kitapla açıklama yapan adammış ! gözleri çakmak gibi pırıl pırıl..nasıl desem meslek olarak sanki ilk izlenimim esmer bir sihirbazı andırıyor.. İstanbul’dan geleli üç gün olmuş..hazırlanıp oynanacak oyun oldukça kalabalıkmış ders çıkaracak nitelikte güzel bir piyesmiş kokain faciasını konu ediyormuş pek öyle polisiye ağırlıklı değilmiş sanatsal görüş ve yapısı olan.bir piyes olduğu söyleniyor. Vedat Örfi BENGÜ sanki bize oyunun bitmiş halini anlatıyor.. ağzımız açık onu dinliyoruz .konu tamamen anlaşıldı gibi ..
 
 YALÇIN   DAİ
 
 benimle beraber gelen Yalçın DAİ parmak kaldırıp bir şey sorabilir miyim diyor!.peki bize bu oyunda hangi rolleri vereceksiniz ? sesi biraz da abartılı Türk filmi dublajlarındaki gibi herkes dönüp bize bakıyor..bu çocukların ne işi var burada gibi.! Vedat Örfi Bey hiç bozmadan..bu oyunun çok kalabalık olduğunu ve yarı karanlıkta ve geri planların mesela arkada iki büklüm kendinden geçmiş ihtiyarların ayyaşların olabileceğini bunların loş ışıkta değişik ilginç mizansenlerle verileceğini makyaj ve ışığın ustalıkla kullanılması gerektiğini söyleyince ağabeylerimiz bize bakmaktan vazgeçiyorlar..! oyunda çok önemli okunması gereken bir ön söz varmış ! bu oyunun özü. gibiymiş Vedat bey gözü tuttuğu ağabeylerimize sıra ile yan baştan okutuyor..istediğini bulamadığı kesin !…artık yarın tespit edip tam çalışmalara başlarız diyor..yarın aynı saatte çalışma olacağı söylendikten sonra hepimiz dağılıyoruz...toplantı çıkışında Yalçın DAİ   heyecanlı içi içine sığmıyor.. bu oyunu hemen bulalım ..oyundaki ön sözü ben okumalıyım diyor itiraz ediyorum ! oğlum bu gün cumartesi Milli Eğitim Kitap evi   zaten   kapalı, adamlar resmi dairedekiler gibi çalışıyorlar! belki Kütüphaneden bulabilirsek bulduk gerçekten de sonuçta orada buluyoruz ve Yalçın’ın ısrarı ile bir dosya kağıdından bir kaç satır eksik olan kitaptaki ön sözü yazıyorum..Yalçın Dai kararlı filmlerdeki gibi dublaj sesini romantik vitese takıp dinle bak.. sen beni kağıttan takip et ! yüzlerce kez okudu ben de takip ede ede artık ezberledim aradan kaç sene geçti.. tam olarak bilmiyorum ama samimi   söylüyorum Yalçın’ın sayesinde oyunda okunacak ön sözü bu gün bile unutmadım ! aynen şöyle başlıyordu‘’ Harpler binlerce cana kıyabilir!…felaketler ihtiraslar doğurur ama İnsan neslini tehdit eden.( böyle devam ediyor) doğrusu ben bu önsöze talip değildim..! o kadar ağabeyler dururken..en azından bakımcı Emine ‘nin oğlu dururken.benim ne haddime ! bir an evvel okumak isteyen Yalçın’ ın parmağı hiç inmedi Vedat bey onu kırmamak için hadi oku bakalım dedi.Yalçın kıpkırmızı olmuş sanki boncuk boncuk terliyordu…cümleleri kıvıra kıvıra büke büke bir hal oldu kesin Vedat Örfi Bengü istediğini yine bulamadı seçimi erteleyerek bu gün sadece Dramaturji çalışması ile yetinelim   dedi...!
 
 BİR YERE GİTMEK YOK !
 
 Pazartesi günü olan oldu babamın yüzü yine bir karış. kendisini Hasan bey olarak tanıtan şişman burma bıyıklı komiser babamın kulağına gizlice eğilerek senin Cahit bakımcı Emine’ nin oğlunun dükkanına gidip geliyormuş ! zaten o adam damgalı uzun bir süre komünistlikten içerde yatmış! oğlun da onunla birlikte İstanbul’ dan gelen azılı bir yazar’ ın toplantısına katılmış .bak Şakir baba ben seni çok severim..oğlunun başının yanmasına gönlüm razı olmaz vallahi sırf senin için buraya geldim,ben babasına söylerim dedim ama bu durum devam ederse benim yapacağım bir şey kalmaz ! o günden sonra Karagöz caddesine çıkmak için ya uzun çarşı ya da salaba ağzı çıkışını kullanmak zorunda kalmıştım.
 
 
 İSMAİL   DÜMBÜLLÜ   ve KARAGÖZ CAMİİ
 SARAY SİNEMASI  
   1952
 
1952   ‘de İsmail DÜMBÜLLÜ   yıllarca beraber olduğu Tevfik İNCE ile birlikte kendi adına kurduğu tiyatro adına şehrimize geldi. SARAY SİNEMA’ sında Orta oyunununu oynadı. halkımız onu Sinemadan tanıyordu..Memiş.- Vur patlasın çal oynasın-Harman sonu-Keloğlan vb. gibi filmlerle bütün yurtta ün sağlamıştı daha önemlisi uzun yıllar Kavuklu Hamdi- Naşit- Abdi-ve Abdürrezak efendiler gibi büyük ustalarla oynamış ve aynı gelenekleri sürdürmüştür.. hatta Kel Hasandan aldığı Kavuğu ölmeden önce Münir Özkul’a devretmişti..İsmail DÜMBÜLLÜ öyle bir yüze sahipti ki gerçekten onun bir bakışı insanı güldürmeye yetiyordu Turne ile Gaziantep’e geldiğinde onu ikindi namazı için KARAGÖZ Camisi’ne girerken gördüm hemen ben de acele abdest alıp  hemen arkasına takıldım bir çok kişi de benim gibi yaptı.. Camide namaz kılarken o kadar ciddi ve kendinden geçmiş bir hali vardı ki kendini Allaha teslim eder gibi sahnede olduğundan çok farklı idi.. onu böyle Camide izlediğim için utandım ben de duaların arasına hemen İsmail Dümbüllü’yü katarak ey büyük Allahım namaz arasında İsmail Dümbüllüye baktığım ve gülümsediğim için n’olur beni bağışla ! namaz bitimi Cemaat’in içinden çıkarken ona çekinmeden bakıp gülümseyerek çıkıyorlardı meğerse onu ne kadar tanıyan varmış İstanbulda İktisat Fakültesi Gazetecilik bölümünde okuduğum zamanlar Sirkeci’nin arka taraflarında yüz yıllık bir çınar ağacının olduğu bir kahve vardı ..çoğunlukla İsmail bey o ağacın altına otururdu.. bu serin kahveye yolum düştüğünde.ben de uğrar hemen yanına ilişerek onun eski yıllarının ve oyunlarının bir yerinden yakalıyarak yıllar öncesi hatıralarını anlatmasına neden olurdum, komik olarak yaratılmış bu büyük ustayı…1973 yılında   kaybettik . 
 
 
OYUN YAZMAK KOLAY MI ?
 1952
 
daha Gençlik Tiyatrosunu kurmamışız evde duygularımın yoğunlaştığı bir gün biraz da filmlerin etkisinde yaşıyoruz !..bol bol öksürüklü veremli peş peşe çekililen filmler.. peki ben niye böyle acıklı bir oyun yazmayayım dedim ! halkı duygulandırıp ağlatmak da yazarın işi değil mi ? o zamanlar bol bol komedi oynuyorduk..başladım yazmaya değişik konular üzerinde düşündüm üzerime sinen zamanın etkileri peşimi bırakmadı,.. ama baştan beri oyunun dramatik olmasını istemiştim. 23 sayfayı zor doldurdum konusuna gelince:bir oyun yazarı düşünün bir çok oyunları basılıp yayınlanmış halkın sevdiği ünlü bir yazar artık olduğunca yorgun ve yaşlı –geceleri durmadan yazıyor kimsesi yoktur yalnız yaşamaktadır çok hastadır.. komşularının arada bir getirdiği çorba bir iki çift laf edecek kendisinden daha yaşlı komşularından başka kimseler yok !.. günün birinde kapısını gençlik günlerini birlikte geçirdiği can dostu Nihat çalar..eski özlem dolu günlerden bahsederler. dostu yaşlı yazara moral verir..ama nafile yazar piskolojik bakımdan kendini ölüme hazır gibi hissetmektedir. yazdığı bu son oyunun şimdiye kadar en iyisi olduğunu savunarak.. bunu bastırmak üzere bütün birikmiş parasını da can dostuna emanet edip oyununun yayınlatılmasını ister ..dostu bu oyunu bastırmağa söz verir bastırır da.. ama kendi ismi ile basırıp yayınlatır ..bunun üzerine zavallı yazarımız perişan olur uzun uzun tiratlar...tumturaklı cümleler..bu oyunu önce birlikte oynadığımız İsmail Hakkı Özsabuncu (G.Antep Üniversitesinde Profesör belki çoktan emekli olmuştur) ona okumuştum o da yine gurubumuzdan Enver Tekerlek ( İsviçrede yaşıyor) ve Salman Özçalışkan’a anlatmış bunu oynayalım dediler Yıl 1952 yaşlı yazarı da ben oynayacaktım -İsmail Hakkı Can dostumu –Salman ve Enver de komşularımdan birini oynayacaklardı tabii o zaman kız oyuncu ne gezer.!.on beş gün prova yaptık bir Sinema (sanırım Nakıp Ali idi) bu oyunun başlama saatını bildirerek filmden önce parasız oynayacaktık. oynadık da !.Oyunun sonuna gelmişiz oyunu dost bildiğim kişi kendi adına yayınlatmış.. kendi kendime kızıp öfkeden köpürüyorum yapılan bu kötülüğü Dramatik uzun tiratlarla seyirciler anlatıyorum.haksızlıklardan bahsediyorum..oyun gereği Sahne önüne kadar gelip ..acı bir şekilde ‘’Dünyada böyle bir zalim var mı ? deyince önlerde oturan biri VARR dedi benim eniştem!..paralarımı yedi ! şimdi olsa belki bu VAR diyen bu kişiyi sahneye davet eder ikinci bir oyun çıkarırdım ..kısaca zamana ortak yaşamak bir yana.. YAZAR’lığın ne kadar zor bir meslek olduğunu  daha o yıllarda anlamıştım .!.
 
 
 
 GAZiANTEP GENÇLİK TİYATROSU
   1952
 
Gaziantep Gençlik Tiyatrosu ilk kez 1952 yılında ‘’ Saçaklı ‘’semtinde Tekin Okcu ve Cabir Tekin’in sahibini tanıdığı ve bize göre uygun bir aylık ücretle tuttuğumuz genişçe boş bir dükkanda kuruldu..Saçaklı Gaziantep’in sakin bir gecekondu bölgesiydi.. tabanı toprak olan dükkanın sahne alanını belirlemiştim seyirci bölümüne herkesin birer sandalye getirmesiyle provalar dışında kendimiz oturuyorduk..burada yaptığımız ilk seçimde ben Yönetmen olarak Salman Özçalışkan Md.Yardımcısı Asım Dutçu teknik işlere bakıyordu iki ay burada çalıştıktan sonra bu yeri şehre uzaklığı nedeni ile bırakmak zorunda kaldık. ama tiyatro faaliyetlerimiz kesintisiz devam ediyordu..
 

 
Toplu fotoğraf soldan –ön sıra-Mahmut TÜRKMEN-Cahit Saraç-Salman Özçalışkan-
2.sıra Mümtaz Ziyrek- Ahmet Bayaz-Asım Dutçu- Fikri Öztan- Hasan.
 
Bu topluluğumuza ek olarak Mustafa Elagöz – Zihni Çalman – Tekin Okçu – İzzet Gülpınar – Cabir Tekin – Yalçın Dai – Süleyman.B. Targüneş- olmak üzere kadro sayısı 30 u buluyordu
 
 
 
 
 
 
 
 
 NEJAT    UYGUR   ­-    GAZİANTEP
   1952
  
NEJAT UYGUR İsmail DÜMBÜLLÜ’ nün keşfetmiş olduğu   KİLİS’ li bir Sanatçıydı ilk turne oyunlarını sık sık Gaziantep’e gelerek denemelerle gerçekleştirmiştir.. 1949 da başladığı oyunlarını az kişili olarak seçilmesine özen göstermiş, çevresindeki gençleri Tiyatroya özendirmiş... yokluk içinde Anadolu ‘da tiyatronun yaygınlaşması için büyük çabalar harcamıştır..Gaziantep’e geldiğinde gerek ben..gerek Mehmet ARPACI    elimizden geldiğince yardım etmeye gayret ederdik ! o zamanlar Sinemada oynamak maddi imkanlar gerektiriyordu..elinde bavulu 1952 de evlendiği eşi   Necla Uygur ile   el ele tutuşup turneye gelen Nejat UYGUR’ un gücü ancak Yıldız kışlık sineması yakınındaki‘’ ŞEHİR KULÜBÜ ‘’nün küçük sahnesini tutacak kadardı..kadro sıkıntısı olduğunda genç arkadaşlarımızdan bazılarını yardımcı oyuncu olarak yanına yolladığım olmuştur.. aslında Nejat UYGUR Usta’ nın kadro sorunu da olmazdı o öyle bir lokomotif di ki , kendi başına da yeterliydi ! oyun sıkıntısı da yoktu temel oyunlarından çoğaltarak hemen anında ortaya karma oyunlar çıkarırdı.. her gün kendi adını koyduğu oyunlarla afişlerini renkli boyalar alıp yine kendi Allah vergisi OFSET EL BASIMI BOYALI şekillerle hazırlayıp şehrin işlek yerlerine ve Maarif’e astırırdı ! işler iyi gittiğinde bazen Gaziantep’te bir ay kadar kaldığı olurdu. Nejat UYGUR’un arka cebinden hiç eksik etmediği Milli eğitim yayınlarından BERGSON’un bir kitabı vardı ki (GÜLME) çok önem verdiği bu kitabın çoğu   sayfalarının altı kalemle çiziliydi.!
 
                                                     
 GAZİ ANTEP    LİSESİ - HALK EVİ   SALONUNDA
 HAKKI   CANKAT       ve      MEHMET   UYGUN
 SEVİL    BERBERİ (Beaumarchais )
 1952                                              
 
 HAKKI CANKAT Gaziantep Lisesinin Fransızca öğretmeniydi biz orta okula yeni başlamıştık. ki bizim okulun tedrisatı gereği o yıllara kadar yabancı Dil Fransızca olarak veriliyordu İngilizce eğitimi bizimle başlamıştı.. ama Hakkı CANKAT etrafına öyle bir ışık veriyordu ki bu IŞIK tüm Öğrencilere yansıyordu..biz İngilizce bölümünde olduğumuz halde Hakkı hocanın yakınlığından dolayı ona sonsuz saygı duyuyor ve çok seviyorduk.. onun tebessümü onun asaleti  o kostümlerine varıncaya kadar titizlikle sahneye koyduğu yıl sonunda HALK Evinde oynanan BEAUMARCHAIS ‘in ’’ SEVİL BERBERİ adlı oyunu hayranlıkla izledik Hakkı CANKAT’ın emeğinin sonucu öğrencilerinin gülen yüzleri alkışları hak ettiğinin kesin göstergesi idi Mehmet UYGUN’un ( eski Danıştay Başkanı ) o ölçülü oyununu yıllar sonra bile unutmak mümkün mü ? Hakkı CANKAT’ ın erken ölümü ve ellerde taşınan Tabut’una yalnız öğrencileri değil tüm Gaziantep halkı omuz vermişti.! Mehmet Uygun ile ne zaman bir araya gelsek Hakkı Cankat hocanın eğitimdeki yerini konuşurduk ***.. Mehmet Uygun Gaziantep’deki Tiyatro faaliyetlerimi hep dışardan takip etmiş 27 mart 1972  Dünya Tiyatro gününde Belediye Şehir Tiyatrosundaki açtığım Sergiyi bizzat görmek için Ankara’dan özel olarak gelmiş ! bu uğraşı ve sunumu ziyaretçi defterindeki sayfaya döktüğü satırlarla değerlendirmişti !. Danıştay Başkanlığı zamanında Ankara Altındağ Devlet Tiyatroları Müdürlüğüm sırasında sık sık odama gelip beni ziyaret ederdi uzun sohbetlerden sonra Altındağ Devlet Tiyatrosu’ndaki oyunlarımızı izlemeyi de ihmal etmeyen , Gerçek bir Tiyatro severdir.!
               
 
 
 
 
İNGİLİZCE   DERSİ     -   TİYATRO
 1952
 
Orta okula girdiğimizde İngilizce dersi tedrisat’a yeni konmuştu uzun bir zaman   öğretmen yokluğu çektik.. benim İngilizceye karşı büyük bir hevesim vardı.. bir ara Latife KAFADAR geldi o zaman durumum iyi sayılırdı bir kaç hafta sonra öğretmenimiz bir daha değişti gelen bayan öğretmen dersin gramatik yönüne ağırlık verince.. zorlanıp gerilerde kaldım hatta zayıf notlar aldım.. sınıfın en iyi İngilizce bileni İsmail Hakkı Özsabuncu’ydu düşündüm taşındım ona Türkçe kısa bir oyun çiziktirip bunu ingilizceye tercüme etmesini rica ettim Okul çıkışı saatlerinde bu oyunu İngilizce olarak prova yaptırıp hazır hale getirdim.. bu iş için iki haftamı harcadım. hazırladığım oyunda beş kişi vardı.. Oyunumun basit bir kurgusu vardı Hastanede geçiyor trafik kazasına uğrayan bir baba ve bunu geç haber alan ailesi zorluklarla babalarını aramışlar onu hastanede ayağı kesilmiş bir durumda bulmuşlar.. babalarını hayatla barışık bir hale getirmek için büyük çabalara girişmişlerdi. bu oyunda kurnazlık edip Hastahane hademesini kendime ayırdım ben oynayacağım için de kendime kısa cümleler -buyurun..evet..doktor gelecek vb. gibi İngilizce replikler yazdırmıştım ama sahnede en uzun süre kalacak olan da yine bendim .. mimiklerimle oyuna katılıp kısa cümlelerle olayı idare ediyordum.. ama her an sahnedeydim..İsmail Hakkı’ya da İngilizceyi iyi bildiğine güvenerek uzun repliklerle donatılmış uzman doktor rolünü vermiştim İsmail olağan üstü akıcı bir İngilizce ile oynuyordu, baba’da Enver Tekerlek acı ve şanssızlıkları çok iyi dramatize edip, tipinin hakkını veriyordu..Salman Özçalışkan kaza geçiren baba’nın en iyi arkadaşı olarak onu gelecek güzel günler beklentisi ile teselli dolu sözlerle bir an evvel onu   ayağa kaldırmak için üzerine düşeni en iyi şekilde yapıyordu kısaca İngilizcesi iyi olup Tiyatroya yatkın olan beş arkadaşım da provalarda üzerlerlerine düşen her şeyi fazlasıyla yaptılar.İyi örgütlenmiştik her şey hazırdı.. Ders zili çalıp içeri girildiğinde Halil Şeref ayağa kalkarak öğretmenim Cahit Saraç arkadaşımız bir oyun hazırlamış onu burada sınıfta izleyebilirmiyiz ? öğretmen hemen parladı.. derste oyun mu olur! onu başka bir zaman başka yerde izleyin, Halil Şeref hemen devam ederek ama İngilizce oynayacaklar.efendim öğretmenin yüzü bir an değişti sevinçle şimdi mi ? hadi öyleyse. .Halil Şeref beş dakika dışarıda kostümlerimizi ve makyajlarımızı yapıp geleceğiz benim de rolüm var efendim dedi..Öğretmenin içi içine sığmıyordu dışarıda hazırlanmamız çok sürmedi makyaj kalemi ile bıyık falan kostüm önlük gözlük..sargı bezi falan on dakikada sınıf dışında her şeyin gereği yapıldı tamam İsmail Hakkı akıcı İngilizce ile Hastahanedeki uzman Doktor rolünü uzun uzun repliklerle oynadı provalardaki gibi her şey yolunda gitti öğretmen gördüklerine inanamadı oyunun başından beri sahnede en uzun kalıp en kısa repliklerle cevap veren ve sahneyi boş bırakmayan da bendim ! oyun bittikten sonra öğretmen bütün arkadaşları teker teker tebrik etti bana da kusur etmiş gibi eğilerek bu oyunu yazıp yönettiğin ve sınıfta oynadığın için sana çok teşekkür ederim dedi. böylece ingilizce bir oyunla durumu kurtarmış sınıfta İngilizce öğretmenimizin en gözde öğrencisi olmuştum !
 
 HAYRİ    YANÇ   (Burun Hayri )
 
Hayri YANÇ ile tanıştıktan bir kaç hafta sonra onu Stadyumda oynayacağımız ‘’GAZİ ANTEP’e BİR TURİST GELDİ ‘’’oyununda oynamaya razı etmiştim.Tiyatro ile yakınlığı olmadığı halde halkla kaynaşan Sanatçılarda nadir görülen seyirci ile anında birdenbire bütünleşen - olağan üstü bir sempati- yeteneği vardı Halkevinin karşısına düşen.. Milli Eğitim Kitabevinin altında küçük bir dükkanda futbolcular için ayakkabı dikiyordu her kitap alışımda ona uğrardım...tam su katılmamış Antepli sohbeti tatlı..insanı kahkahalarla güldüren neşelendiren espirisi bol bir arkadaş yüzlerce öyküsü vardı İnsan kendi yöresel ağızdan dinleyince bir başka oluyordu ..Hayri Yanç’ın arkadaşlarının çok oluşu o küçük dükkana sığmayışı sonucunda bir futbol takımı kurdu ‘’kuru kafa takımı’’ortaya başarılı bir takım çıkardı...futbol ayakkabısı dikmekten vazgeçti zaman yokluğundan arada futbol topu dikmeğe başladı..daha sonra Müziğe heveslendi’’ hele hele yandım eli zilliye -ben de yandım burun Heyriye düğünlerin vazgeçilmez parçası oldu..sanırım bu plak halinde çıktı. .
 
 
 
GAZİANTEP’ e     TURİST GELDİ 
 STADYUMDA   OYUN
   1953
 
         
                                  Sadık Anlar –Cabir Tekin-Mehmet Arpacı Gürsel-Hayri Yanç
                                                                      Turist Cahit Saraç
 
O yıl seyirlik bir oyun hazırlamayı bunu da Stadyumda oynamayı kafama koymuştum konuyu Mehmet Arpacıya açtım stadyumda oynamak için izin alırız ben atletizm ile uğraştığım için izin alma işini sen bana bırak...ne oynayacağız sen onu söyle ! ben daha oyunu tesbit etmeden Mehmet Arpacı izni almıştı bile !.. haftaya cumartesi maç başlamazdan bir saat önceki zaman bize ayrılmış.. oyun biraz uzakta oynanacağına göre oyunu sahneye koyarken seyirciyi dikkate alarak biraz belirgin makyajlar ve koyu mizansenlerle belirlenmesi gerekecek..öyle de yaptım.. teklifim şöyleydi kentimiz insanlarının bir merakı vardır örneğin ilginç bir olay karşısında hemen etrafınız birden sarılıverir ..herkes kendine göre yorumlarda bulunur..ahkam kesende olur doğru söyleyen de..tabii işleri karıştıran da ! ilginç sayılacak şey Gaziantep’e yolu düşen bir Turist olsun bunun karşısına da Şerbetci.-Tom mix satan -Foto şapkalı adam-.tam cahil - okumuş adam-dilenci-şerbetçi- gibi tipler çıkacak ben turisti oynayayım.!.mevsim yaz kısa pantolon..fotoğraf makinası..vs. İngilizce okullarda tedrisata daha yeni konmuş kentte ingilizce bilen yok gibi Turist olarak devamlı seri şekilde ..yutturmaca ingilizce konuşacaktım..Mehmet Arpacı saçlarını öne tarayıp zubunu onun ustünden ceketi giyip emrivaki dilenci olup ellerini turiste uzatmasıyla oyun başlayacak sonra turist buna anlam veremeden hasır şapkalı adama bu adam ne istiyor gibi sorsun.. hasır şapkalı adam işleri daha da karıştırsın daha sonra Burun Hayri kendine özgü boyun hareketleri ile ‘’yavv gardaşım..yorumm adam size Kuşçunun gahvesini soruy da anlamıysınız....gelip geçenler hep İngilizce çevirmen kesiliyorlar..’’ tiplerin konuşmaları açıldıkça açılıyor provaları sağlam noktalara oturtuyorum oyun bir saatı dolduruyor amacımız körü körüne güldürmek değil bunun yanında arada doğruları eleştiri gözü ile sunmak  Sadık Anlar seyirciye sıkmadan güzel güzel anlatıyor! konuşmaları sağlıklı şekilde Tirübüne aktarmak için mikrofonlar gerekiyordu..mikrofon işini de Radyocu Mehmet Arpacı üslenerek mükemmel bir şekilde halletti... Sadık Anlar aralara girip bir turiste nasıl davranmalıyız? o yıllarda tek tük gelen turistlere karşı davranışlarımızı çatık kaşlı ders gibi değil de sohbet biçiminde seyircilerimize ulaştırıp doğruları yapalım anlamında yumuşak sohbet havasında yazmıştım ..Cumartesi günü bize ayrılan saatte Stad’da oyuna başladık başta tiplerimizin hepsi inandırıcı  derli toplu bir oyun komedi desen komedinin ta kendisi ! bu kadro bir Kahkaha tufanı..- Hayri Yanç- amigo- Cemil- Sadık Anlar- Gürsel--Mehmet Arpacı-Cabir Tekin ve tüm kadro hakettiği alkışı fazlası ile aldı...temaşa tamam...perde kapanma imkanı olmadığı için turist (ben) olayların kötüye gitmesinden kuşkulanıp etrafımı saran esnaftan kaçacak...tüm esnaf ve kişiler de stadyumun etrafında beni kovalayacak böylece ortadan kaybolacaktık !..ama ne gezer! seyircilerin alkış tufanı bizi stadı üç kez tur attırmaya mecbur etti. Stadyumda oynanan bu oyun uzun bir süre dillerden düşmedi..
 
ŞEHİR SİNEMASINDA
DR.Cemil ÖZBAL   YÖNETİMİNDE TÜRK MUSİKİSİ    KOROSU
 1952 
 
Babam ilk kez davetiyesini kullanmaya niyetli proğram Şehir Sinemasında ben içeriye babam ile birlikte girerken burada Tiyatro oyunu izleyeceğimi zannetmiştim daha önce de Şehir Sinemasında babamın kullanmadığı davetiyeyi izinsiz alarak burada Necip Fazıl Kısakürek’in ‘’ Bir adam yaratmak ‘’ oyununu izlemiştim. Gündüz oynanması benim için büyük bir şanstı..gece olsa mümkün değil gidemezdim.!.oyun çok inandırıcı oyuncular tarafından oynanıyordu..daha sonraları kendimi çok zorladım..zannederim oynayanlar Darülbedaiyi oyuncularıydı. ama şimdi ilk kez babamla Türk Musikisi konserine gelmiştim          içeride çok seçkin bir seyirci topluluğu vardı. proğram başladı salonda çıt yok..oysaki Avni Dilligil’in oyunlarında bile yer yer gazozcuların sesi oyunu bastırır yanındakilerle yüksek sesle konuşanlar olurdu Avni Bey dayanamayıp oyunu hemen bırakır o seyirciye Tiyatro terbiyesi verir..iyi Tiyatro seyircisi nasıl olmalı gibi açıklamalarda bulunur sonra oyuna kaldığı yerden devam ederdi…oysaki burada insanlar nefeslerini tutmuş can kulağı ile dinliyorlar İnsan dinlerken başka alemlerdeymiş gibi oluyor..babama yan gözle baktığımda babam hayran olmuş dalmış bir yerlere gitmişti..doğrusu ara verilinceye kadar sabredip dinledim ama sonraları benim yaşımdaki bir çocuk için bu süre uzun ve sıkıcıydı Tiyatro oyunu olsaydı kesin sonuna kadar izlerdim..proğrama ara verildiğinde baba ben gitmek istiyorum dedim..Allahtan gündüz konseri.. babam çıkmak istemiyordu yalnız başına gidebilirmisin dedi elbette dedim…babam akşama doğru eve geldiğinde mutlu idi hayatımda böyle bir konser dinlemedim iyi ki gitmişiz... bu konseri babam haftalarca dilinden düşürmedi.. Belediye hanındaki tüccar arkadaşlarına anlattı   durdu ..
 
 
TİYATRO GİBİ TARİH DERSİ
                                                            
 Tarih dersini seviyorum onu da evde uzanıp okumakla değil büyük aynanın karşısına geçip başıma sarık gibi bir şey sarar 1. Bayezit olur’’ 1389 da doğdum diye başlardım.. tarihi yaşama dökerek öğreniyordum tıpkı Tiyatro gibi -çağırın bana veziri ve Ulemayı     hedefim İstanbulu almak ! geçen seferimde buna muvafak olamadım ! ama bu sefer İstanbul’u alacağım..hadi hücum…bu sefer de olmadı İstanbulu alamadık.. başaramadık savaşlar nedeni ile ekonomi de çöktü! (kapütülasyonlar) bu güç durumdan kurtulmak için Venediklilere tez haber verin Osmanlı topraklarında serbest Ticaret yapsınlar buna izin veriyorum.. unutmayın güçlenince yine onlarla savaşacağız şimdiye kadar yalnız ben savaş meydanında seçilen ilk padişah oldum.. bu Osmanlı tarihinde bir ilk iyi biline.. ! hadi yine savaşalım ileriii..kaderde esir olmak da varmış. yıllar nasıl geçiyor yıl 1403 olmuş artık öleceğim’’ölüyorum.. bu oyunu unutmama imkan var mı ? kafama hemen yerleşiyor.hem oku..hem..oyna,.ben tarih dersini hep böyle çalışıyordum.’
 
 MEHMET    ARPACI
 1954
      
 Nejat UYGUR’ un Gaziantep’ e gelip oynamak için yer aradığı ,bizim de yardımcı olmak için oraya buraya koşuşturduğumuz günlerde MEHMET ARPACI ile Tiyatro vesilesiyle   birbirimizi yakından tanımış olduk. Onun 1947-48 yıllarında atletizm faaliyetlerinde öncü fiili ve tatbiki çalışmalarda yer aldığını biliyordum bir de bizim mahalleye açılan Uzun çarşıdaki Yüzükçü hanında çalışan yaşlı babası olduğunu biliyordum Mehmet Arpacı       ile sık sık görüşme nedenlerimizden biri de tiyatro tutkunu olması Çınarlı Abidesinin tam karşısındaki Radyo tamiri için tuttuğu ufacık radyocu dükkanı Gençlik Tiyatrosu oyuncularımız için vazgeçilmez buluşma yeriydi.. İsmail Hakkı Özsabuncu-Sadık Anlar-.Enver tekerlek - Mahmut Türkmen- Ahmet Bayaz –Fikri Öztan- Salman Özçalışkan gibi arkadaşlarla hep burada buluşup oradan da Tiyatro toplantılarımıza giderdik…Mehmet Arpacı’ nın geleneksel tiyatro bakışı dürüst ve sadeydi.. halka yakın karakter-ve tipleme için önemli görüşleri ve isabetli kararları vardı.Mehmet Arpacı çevrede.Sinema etkisini de göz ardı etmemek gerektiğine inanmış olmalı ki TARZAN GELİYOR’u ünlü bağırması ve maymunu ile renkli gösteriler tasarlayıp Eti sineması sahnesinde seyirciye sumnuştu.. Mehmet ARPACI ‘nın elinde   o günlerde çok   bu oyunla ilgili fotoğraflar vardı..
     
                     Halk Evinde oynanan Balaban Ağa Oyunundan- Sahneye koyan Cahit Saraç
                                       
 
 
BALABAN   AĞA   
1955 -56
                                                                 
Mehmet ARPACI ile geleneksel Orta oyunu tarzında neler yapabiliriz   diye konuşurken birden aklımıza önce oyunun adını koymak geldi ‘’ BALABAN AĞA    ‘’Celal Esat ARSEVEN’ in İstanbul Şehir Tiyatrosunda  defalarca oynanan bu isimle bir oyunu vardı..bir ara vazgeçer gibi olduk .biraz sonra.olsun dedik bizim Balaban Ağa başka kızdığı zaman hep balballasın.oyunun çatısını hemencecik Mehmet Arpacı ile birlikte kurduk.peki Balaban Ağayı kim oynayacak aklıma birden Gençlik Tiyatromuzda Usta oyuncularımızdan İsmail Hakkı Özsabuncu geldi onun kadar bu oyunu güzel oynayacak bir Sanatçı zor bulunurdu hemen devreye girdim İsmail Hakkı Özsabuncu bir şeyi en ince ayrıntısına kadar düşünmeden evet demezdi sonunda razı ettim ..her şey tamam hele bir de Mehmet Arpacı ‘nın   Zubun (entari) üstüne de bol ceketini giyip saçını da öne tararsa bak gör n’olacak Sadık Anlar gibi Usta oyuncuyu da ilginç bir tiple besledik mi oldu sana güzel bir Orta Oyunu.. ! bu gayretler ve bu işlere verilen mesailer unutulacak şeyler değildi hele biz konuşurken arada gelen - usta n’oldu bizim radyo diyen müşteriye elindeki devamlı taşıdığı küçük kontrol kalemini sallayarak onun biraz daha işi var acele etme ! deyip gönderirken Ahmet Bayaz..Fikri Öztan Sadık anlar Hakkı Özsabuncu kahkahaları basardık. sevgili Mehmet Arpacı İle uzun yıllar Ankarada ( önce Sıhhıye’de sonra da Mithat paşa’da ) beraberliğimiz sürdü. çoğu zaman bana AVUSTRALYA’ ya gitmeği düşünmek zorunda olduğunu anlatırdı..ailenin kendi aralarında vereceği kararlara kim karışabilir.!..birgün öğrendik ki Avustralya’ya yerleşmişler !
 
 
SÜLEYMAN     KARAKUŞ 
 
SUBURCU   Belediye Şehir Tiyatrosunun hemen arkası  eskiden Kamil Ağaya ait GÜL sazı idi..zaman zaman burası düğün salonu görevini de görüyordu. hani film etkileri dedik ya o zaman Hüseyin PEYDA- Orhan ERÇİN…Abdo bey filmlerin..giysileri gençleri de etki altına alıyordu.o tarihlerde adıma yazılmış bir Tiyatro davetiyesi gelmişti ! Oyunun adı ‘’ Celladın Baltası altında ‘’ sahneye koyan Süleyman KARAKUŞ..kostümler Abdo beyin kostümleri gibi özentili, ama konu anlaşılmaz kim ne yaptı ne ile suçlanıyor..neden Celladın Baltası altına gidiyor…? aradan yıllar geçti Gaziantep’e bir gelişimde Süleyman Karakuş.. abi ben de turnedeydim yeni döndüm .biz Cesim ALEV ile Kerim KORCAN’ın ‘’LİNÇ ‘’adlı oyunu oynuyoruz yazarını tanıyıp tanımadığımı sordu..LİNÇ adlı romanı okuduğumu ceza evi gerçeklerini , mahkumlar arasındaki iktidar savaşını birebir atmosferi ile anlatan usta bir yazar olduğunu anlattım Süleyman Karakuş da yurdun her yanını dolaşıp turne yaptığından bahsetti. aradan. yıllar geçti yine böyle izinli geldiğim bir gün beni Maarif ‘de gördü.. sahip çıktı ( LİNÇ) oyunu ile turneden daha yeni döndüğünü söyledi…çoğunlukla hep aynı oyunla turne yapıyordu...
 
 
ORHAN    EREK
 1955
 
Orhan EREK Gaziantep Lisesi Resim hocası idi ..birinci kanaat dönemi bittiğinde tatilden de yararlanarak tiyatro çalışmalarına başlardı Gaziantep seyircisi Orhan EREK’i Cevat Fehmi BAŞKUT’ un NAKIP SİNEMASI nda oynanan HARPUTTA BİR AMERİKALI oyunu ile tanımıştı oyun seçtikten sonra dekor çalışmalarını da beraber yürütür..provaları ders bitimlerinde ve tatil günlerinde yapardı. daha sonra ( Ahmet Kutsi TECER’ in ) KÖŞE BAŞI Lise yıl sonu oyunu için beni Orta okulda okurken keşfedip kadroya aldı ve unutulmayan tiplememe sebep olan ‘’ Eskici’’ rolünü verdi..oyunun yankıları uzun zaman devam etti..Orhan EREK sabırlı, çalışkan sevilen bir öğretmendi.
 
CEVAT FEHMİ BAŞKUT ‘ un   OYUNU
 HARPUT ‘ ta BİR   AMERİKALI
 1955                                 
 
Nakıp Sinemasında Orhan EREK ‘in emek vererek sahneye koyduğu   bir komedi     KONUSU :Amerika’ya geçim darlığı yüzünden gidip yerleşenlerin batı Hayranlığı Ekonomik ve toplumsal sebeplerle o eski önemini yitiren HARPUT’ un   durumunu ele alan Cevat Fehmi’nin bu oyunun önemli kişisi İbrahim Müderrisoğlu’nun ( çok zengin yeni adı Abraham Maderus) reklam amacı ile Türkiye’ye kardeşini aramak için gelişinde etrafında dönen tahrirat komiseri gibi ilginç tiplerle işlenmiş   renkli bir komedi..
 
Amerikalı…….Yavuz CENANİ---                Reşat PİNECİ
                       Halil Uğurol BARLAS ---      Yusuf CANSEVER
 
                             Sahneye koyan :   Orhan EREK
 
Oyunun dekorlarını da Orhan EREK hazırlamış seyircinin zevkle   gülerek   izlediği bu oyunun sonu hüzünlü !.hele Amerikalının sonunda kendi kardeşi olduğunu anladığı etkili sahne - Sen O zamanlar neredeydin ? tekrarları ile biten zamanına göre güzel bir oyundu
 
 
 MEHMET    ALİ    ANLAR   ve   ARKADAŞLARI
 SANAT   OKULU    TEMSİLLERİ
 1956
 
Gaziantep Sanat okulu Türk tiyatrosunun önemli kişilerinden bir pedegog İsmail HAKKI BALTACIOĞLUnu çok seviyordu en azından yabancı ögeleri olmayan doğaçlamaya yumuşak bakan ve içinde orta oyunu- karagöz oyunlarının ögelerini taşıyan gerektiğinde rejisöre bile ihtiyaç duyulmayan - KAFA TAMİRCİSİ - ANDAVAL PALAS gibi   oyunları ile tanınan asıl mekanları OKUL ve HALK EVLER’ i olan ve 1951 yılında AKIL TACİRİ   adlı oyununu Sanat okulu salonunda öğrenci velilerine ve halka oynamışlar (1951)    oldukça ilgi uyandırmıştır...bu çalışmaların öncülerinden M.ALİ ANLAR’ ın İ.Hakkı BALTACIOĞLU’nun oyunlarına ilgi gösterıp onun oyunlarını sergilenmesindeki rolü çevrede geniş ses getirmişti.. aynı oyunda isimlerini çıkaramadığım diğer oyunculardan ve emekleri geçenlerden çok çok özür diliyorum.
 
NURİ GÖKSEVEN
 
1922 yılında Gaziantep’de doğmuş Devlet Tiyatrosu 1945 mezunudur Bizim Şehir -Satıcının ölümü -Ters yüz –çığ - Melekler ve şeytanlar –Batak -Tanrılar ve insanlar – Fatih – Çayhane -Tanrı dağı ziyafeti –Paydos - Dön bana - Harputta bir Amerikalı - Şair Ruhu ve daha bir çok oyunlarda yer alan Sanatçı Nuri Gökseven’i tanımak kısmet olmadı
                                                     
HALİL UĞUROL BARLAS
 
Ağabeyimin sınıf arkadaşıydı güler yüzlü sempatik bir insan ben o zamanlar Orta okuldaydım evimize ağabeyimin yanına sık sık ders çalışmaya gelirdi ailemin tiyatro’ya karşı tutumunu bildiği için hep beni desteklerdi.. Köşe başı oyununda birlikte oynadık H.Uğurol Barlas Polis rolünü ben Eskici rolünü oynayıp aynı sahneyi paylaştık , zaman zaman Gazetelere yazı yazıyordu daha sonraki yıllarda ikinci.kez Gençlik Tiyatrosu Müdürü seçildiğimde Kültür Derneğinde karşılaşırdık...o yıllarda ‘’ SU ‘adlı bir oyun yazmıştı yanlış hatırlamadıysam bu oyun manzumdu oyun bana sanki okunmak için yazılmış gibi gelmişti...öyle olmasaydı muhakkak bu oyunu repertuvarıma almayı düşünürdüm. yıllar sonra Orhan Barlas’ın Ankara GİMA’daki Avukat bürosunda karşılaştık.. O yıllar Karabük’te çalışıyor olmalıydı..hizmette sınır yoktur..gittiği her yerde yoğun şekilde yazarak belgeler toplayıp gelenek ve görenekleri ve daha bir çok araştırmalarını yarınlara taşıyordu
 
 TİYATRO’ ya   YAKIN BİR DOST
 ABDULLAH EDİP   ÇİTÇİ
   MART1956
 
Abdullah Edip ÇİTÇİ Onu resmi Bayramlarda boynunda fotoğraf makinası koşuştururken görmüşümdür ama daha öncesi  Vedat Örfi Bengü’ nün BEYAZ BAYKUŞ oyununun ilk gün toplantısında gördüğümü sanıyorum..ama asıl ben onu yakından‘’VARLIK’’ Dergisi sayesinde tanıdım nasıl mı ? Gazete Bayiinde ikimizin de eli ayrı ayrı dergilere uzanmıştı ben o zamanlar AKİS dergisi alıyorum son sayfalara doğru Tiyatro haberlerine ve eleştirilerine yeni oyunlara yer verdiği için.!. o zamanlar tiyatro üzerine kaynak çok az Abdullah’ ın elindeki Varlık dergisini işaret ederek .bu dergi yeni mi yayınlanıyor dedim bana gülümseyerek sahibi, Yaşar Nabi Nayır ara vermeden çıkarıyor! 1946 dan beri çıkıyor dedi ..ben yalnız Yaşar Nabi NAYIR’ın METE - KÖYÜN NAMUSU –İNKILAP-gibi Halkevleri için yazdığı oyunlarından tanıyorum. ayak üstü sohbetten sonra yol boyu konuştuk Sanat ile iç içe geniş birikimleri vardı.Halkevinin karşısındaki kahveye (kambur’un yeri) oturduk. Varlık dergisinde Şiirleri çıkıyormuş çay içerken dergilerimize el değiştirerek göz gezdirdik,orta sayfalarda Abdullah ÇİTÇİ adını görünce daha bir sahiplenmiş duygusuna kapıldım.. daha içten okudum şiir birkaç satırdı,ama evrensel bir havası vardı ikinci kez okuyuşumda daha çok benimsedim Varlık dergisini sonradan çok sevdim..bir ara soyut siyah beyaz resim çalışmalarımı  yolladım belli aralıklarla çıktı..
 
 DERGİ    ve   KİTAPLARI   JİLETLE    AÇMAK
 
O günlerin dergilerinin sayfalarını açmanın zevkine varabilmek için özel bıçak almıştım dergi veya kitapların sayfalarını okuduğum yere kadar tek tek açıp bununla keserdim aynı durum Milli Eğitim Klasikleri oyunları için de geçerliydi bıçak ile ne kadar itinalı kessem de uçlarında tırtıklar kalıyordu.. sonraları hep keskin jilet ile kesmenin keyfini keşfettim bu   duygunun altında yatan neydi bilmiyorum ?   galiba Jilet ile sayfaları açarken her şeyin benim için özel , yalnız bana ait olduğu hissi yatıyordu..!
 
 
 
 
FİLMCİLER          
 1956
 
Belediye hanına bir sabah filmci olduğunu söyleyen bir gurup girdi..içlerinden filmlerinden tanıdığım Mahir Özerdem sakallı olanı çoğu filmde gördüğüm dede rollerinde İhsan Aşkın,bir de Pervin Par ve iri yarı Gönül Bayhan adında bir kadın filmi çekecek olanlar bize Gaziantep’ üzerine övücü sözler ile başladılar burada bir film çekeceklermiş adını da ‘’Şahinler yuvası gibi’’bir isim düşünüyorlarmış Antep’in Fransızlara karşı verdiği mücadeleyi konu alıyormuş..ayrıca bizim Belediye hanını da çekeceklermiş Mustafa amcam bu konulara tamamıyla yabancı soru sormaktan da çekiniyor oysa benim aklımdan yüzlerce soru geçiyor ama amcamın yanında konuşmak olur mu yanlarına iki güzel bayan Aktris almışlar benim tahminim para yardımından kaçmak isteyenleri utandırmaya getirmek hiç bayanların yanında para vermemek olur mu ? amcamın eli boldur artistler çekmek istedikleri filmi ballandıra ballandıra anlatmakla bitiremediler Mahir özerdem biraz anlatıyor diğerleri hemen tamamlıyordu..amcam yabancı olduğu bu konuda o zaman gene iyi bir katkıda bulunarak hemen masaya üç onluk attı..benim içim rahat değildi acaba çekilecek film buna değecekmiydi ?
 
GENÇLİK TİYATROSU    ÇALIŞMALARI  
LEBLEBİCİ   HAN   --     KİRALIK   ODA
SALAH BİRSEL ve   SABAHATTİN    EYÜPOĞLU
 1957
 
Şehitler Abidesinin karşısında ki çıkmaz görünümlü sokakta oldukça büyük bir han vardı aramızda orayı’’ Leblebici han ‘’olarak adlandırırdık çünkü handa en belirgin durmadan uğraşan bir Leblebi ustası boyuna büyük yuvarlak kazan içinde leblebi kavururdu (Sanko’nun yahut ipekçi TahsinTamerler’in malı yahut yeri olabilir ) onun üst katındaki küçük odayı Şehrin merkezinde toplanmak kolay olur diye kiralamıştık. evdeki tiyatro kitaplarımı oraya taşımış günün belli saatlerinde bazen tüm gün orada toplanıp tiyatro oyunları üzerine çalışıyorduk Ahmet Bayaz - Salman Özçalışkan - Enver Tekerlek - Fikri Öztan - Mustafa Elagöz- elimize bir oyun alıp onu baştan okuyor daha sonra da oyunun tahliline girişiyorduk bu arada Ahmet Bayaz ile erken gelip arkadaşları beklerken bize iki sürpriz ziyaretçi geldi.. Salah Birsel ve Sabahattin Eyüpoğlu’nu birden karşımızda görünce onları nasıl ağırlıyacağımızı,ne yapacağımızı şaşırdık hemen birer çay ısmarladık ve onlardan büyük Şehirlerdeki yeni tiyatro haberlerini aldık.. ne yapmak istediğimizi düşündüklerimizi açık açık söyleyip içimizi boşalttık Sabahattin bey raflardaki kitaplara bakarak şu çabalarınızı Muhsin Ertuğrul Hoca bir görseydi duygulanırdı ! dedi bir kez daha Muhsin hocanın adını bu büyüklerimizden duymak bizi onurlandırdı .konuklarımızın fazla zamanı yoktu Ahmet Bayaz ile aşağıya kadar refakat edip saygı ile uğurladık (Adanaya gideceklerdi) 
 
 
Avukat   HAYRİ   BALTA
 
Tabakhaneye ait bire bir yazılarında belgelediği gibi satırların arasında sağlam gözlemleri  ile sanki her zaman gün ışığına çıkacak gibi geçmişin o ilginç yerlerinin fotoğrafını        çeker gibi yazıya döken.. her cümlesi hayat kokan bu kadar güzel anıları irdeleyip ortaya çıkaran..kendisi de bunun içinde..yoğrulan bir Sanatçı nedense benim belki benim semtime yakın ((Kale altı – Tabakhane) olduğundan mı nedir. yazılarını okudukça kendimi hep o çevrede dolaşır gibi hissediyordum..1963 yılında bir haftalığına Gazi Antep’e izine geldiğim o günlerde Fevzi Günenç’i yolda gördüm böyle durumlarda hemen Fevzi Günenç’in ilk sorusu daha kaç gün buradasın olurdu. Akyol’un oradayız…Amerikan hastanesine gidiyormuş hayrola n’oldu demeden Hayri BALTA bir geleneksel oyun yazmış oyunu yılbaşına yetiştirecekmiş..bir ara gel de izle dedi sonra da oraya gidiyorum istersen şimdi birlikte gidelim nasıl sahneye koymuş bir bakalım.. yokuşu çıkıp hastaneye çıktık ne yazık ki provayı erken bitirip çıkmışlardı..oyunu izlemek bir türlü kısmet olmadı.
                                                                   
 HAYRİ BALTA - DERSTE NELER GÖRDÜNÜZ ?           
1955
Orta okulda ders bitiminde Belediye otobüslerinin öğrencilerle tıka basa dolu olduğu günlerde, çoğunlukla bizim de bostanların önünden beraberce sohbet ederek yürümeyi tercih ettiğimiz o güzel havalarda.. arada bir Hayri Balta ile karşılaşırdık (Halkevine kadar arkadaşlarla Salman Özçalışkan - Vehbi Dinçer - Enver Tekerlek – Mehmet Kocalar-Abdülkadir İyiekmekçi- İ.Hakkı Özsabuncu) Hayri Balta önümüze çıkar bize ayrı ayrı derslerden hangi konuları gördüğümüzü sorardı,merakını giderip…öğrendikten sonra biraz rahatlayıp başlar filozofi derslerine SPİNOZA( bu gün bile aklımda kalmış ) 1600 yıllarında yaşamış bu filozofu sanki kendi arkadaşı gibi anlatırdı ki: önce Spinoza ‘nın eseri ETHİCA dan başlar sonra tutkuların ve istemin psikolojisine geçer sonra‘’ zihinsel alanda özgür istem ‘’.fiziksel dünyada şans diye bir şey yoktur’’.kendi varlığını sürdürme çabasından önce olan hiçbir erdem kavranamaz’’ diye anlattıktan sonra bir başka Filozof’a .RUSSEL’e geçer ondan mahalle arkadaşı gibi anlatmaya başlardı.. toplumsal değişmelere özgün düşüncelerle..bu anlattıklarını ağzımız açık dinlerdik..okul görmemiş bu kişi bunları nereden öğreniyor diye.. bu Tabakhaneli kardeşimiz..Orta–Lise-derken dışarıdan Hukuk’u bitirerek Avukat oldu..bize İnsanın isteyince ve aklına koyunca neler yapılabileceğini gösterdi….
                                                     Halkevi önünde öğrenciler 14-1955
Ön sıra. Büyük beşe-Tevfik Arıcı- Mehmet Kocalar-İ.Hakkı özsabuncu ikinci sıra sağdan Abdülkadir İyi ekmekçi- Cahit Saraç- Enver Tekerlek- Salman Özçalışkan- Hasan Uncu
 
 
 
 GAZİANTEP LİSESİ
 WİLHELM    TELL   ( GİYOM TEL )
 1956
 
Orta ikinci sınıfta Friedrich von SCHİLLER’ in 18OO yıllarında yazmış olduğu oyunu
sahneye koydum dekor ve KOSTÜMLERİ bakımından çok gerçekçi olmasına büyük bir özen göstermiştim..
                                    
 
 
                     WİLHELM    TELL      
 
Yazan                :    FRİEDRİCH von SCHİLLER                       
 Sahneye koyan :   CAHİT    SARAÇ
 Dekor                 :    ENVER TEKERLEK
 
                   TELL……………                ZİHNİ ÇALMAN
                   TELL ‘in OĞLU                  ERHAN ENİR                                         
                   VALİ H. GESSLER……    CAHİT SARAÇ
                    LEUDHOLD……………… SALMAN   ÖZÇALIŞKAN
                    RUDENS………………… SADIK ANLAR
                    HERZOG VON SHABE     İSMAİL HAKKI ÖZSABUNCU
                    RÖSSELMANN..............    ENVER TEKERLEK
                    STALLMEİSTER..........      ABİDİN   YÜCEDAĞ         
                    KONRAD HUNN……… .   MEHMET ALTUN BÜKEN
                    WERNER………………      YALÇIN DAİ
                    WALTHER   FÜRST…….   ABDÜLKADİR İYEKMEKÇİ
                    AVCI …2.………………     AKİF KINACI.
                    FISCHER ……………….     HALİL ŞEREF  
                    ORMANCI……………         TUNCER KÖYLÜOĞLU
                    HARTMANN…………         GÖKSEL KOÇAK
 
 
        
Oyunun en zor  tarafı TELL’in elindeki OK’u oğlunun başındaki elmaya tam isabet        ettirmesi sahnesiydi..provalarda o kadar denememe rağmen istediğim sonucu   alamadım bir kazaya yol açmamak için bez dekor arkasından elmaya saplanacak OK’u yepyeni bir buluşla uyguladım. .sonunda istediğim sonuca ulaşmıştım
 
  
 OYUNUN   KONUSU :
 
 İsviçre’nin Avusturya asıllı Valisi Hermann GESSLER şapkasını Kent meydanındaki yüksek bir direğe astırarak oradan geçenlerin Saygı ile selamlamasını emreder TELL oğlu ile dalgınlıkla geçerken direkteki şapkayı göremezler selam vermedi gerekçesi İle orada bulunan askerlerce apar topar tutuklanıp Vali GESSLER’in huzuruna çıkarılırlar VALİ GESSLER- TELL’in iyi nişancı olduğunu duyunca emrindeki üst düzeydeki yetkililere TELL ‘in oğlunun başına bir elma koydurup, yüz adım öteden oğlunun başındaki elmayı vurmasını ister ..
 
 
 
 
RESİM HOCASI ORHAN   EREK   BENİ ARIYOR
 1957
 
Orta 2.sınıfta diğer şubelerin Resim hocası Orhan Erek bir haftalığına İstanbul’a gitmiş döndüğünde sahneye koyduğum ‘’Wilhelm Tell adlı oyunun başarısını duymuş tebrik edip bana Lise son sınıfların Tiyatro gösterisi için hemen bir teklifte bulundu bu yıl Lise oyununa ‘’ Köşe Başı’’ adlı oyuna hazırlanıyoruz provalar iyi gidiyor bizimle oynamak        istermisin? dedi hocam ama ben Ortaokuldayım olsun dedi senden bu oyunda yararlanacağım .senden bu oyunda yararlanacağım cumartesi birlikte 3-bsınıfında toplanıyoruz.. muhakkak orada bulun ! üç dört gün ya geçti ya geçmedi Orhan Erek resim derslerine bize de gelmeğe başladı... güler yüzlü insan psikolojisini iyi bilen değerli bir hoca hem önceki hocalar gibi notunu sınırlamıyor..resim dersini herkese sevdirmesini biliyor ben hep Orhan bey’den on alırdım..notumu hiç düşürmedi..biraz da Lise oyununda yer aldığımdan mı nedir bana daha candan yakın bir arkadaş gibi davranıyordu.
 
 
 GAZİANTEP LİSESİ GÖSTERİSİ                                                          
         SARAY SİNEMASINDA
                        
 KÖŞE BAŞI   (Ahmet Kutsi Tecer )
    26-27-28 şubat 1957
 
 GAZİANTEP LİSESİ her yıl sonu bir oyun sahneye koyardı o yıl bir istina olarak gösteriyi şubat ayına almıştı cumartesi provalara katıldım..ilk provalarda Adil DAİ..ve oyunun Işıklarını düzenleyecek Lise Müdürü yardımcısı aynı zamanda Fizik hocası Ali BİLEN ilerlemiş olan oyunun provalarını izliyorlardı. önce kurul kendi aralarında büyük rollerden kahveci rolünü bana yüklemek istedilerse de oyunun artık oturmaya yüz tutmuş şubat sonuna yetişmesi gerektiğinden her perdede çıkan ve perdeyi kapayan Eskici’rolünü verdiler.
 
 
 
‘’ köşe başı ‘’ oyunundan sonra o kalabalık lisenin en tanınmışları arasına girdim..ama durum hiç de iç açıcı değildi... fen derslerimde başarısızdım ! bu yıl da durum kötü..belki bazı hocalar öğretmenler odasında sosyal faaliyetlerin içinde yoğun faaliyetlerimden        etkilenirler mi ama ne gezer ! fen hocaları ne yazık ki bu Sanat olaylarını hiç göz önüne almıyorlar. umut yok. Orhan EREK Lise öğrencilerinin kalbini kazanmış çevresine karşı derin gözlemleri olan bir öğretmendi..oyunun dekorları resim hocası olması nedeniyle en ince ayrıntılarına kadar düşünülmüştü.oyun Saray sinemasında üç gün 26-27-28 şubat günlerinde oynandı .
              
 
Polis………        Halil Uğurol BARLAS            Bakkal çırağı…… .Hamit BAŞBAKKAL
Kahveci………   Reşat PİNECİ                        Bekçi……………… Sadık ANLAR
Kahveci çırağI . Erhan GİRGİN                       B ey abi ..                Doğan APİ
Bakkal………… Yusuf CANSEVER                B ey Baba……        H ayri TÜTÜNCÜLER
Eskici…… ….. Cahit SARAÇ                          D.Sakallı……          Yusuf ÖZTÜRKMEN
Yabancı… …..   Erdoğan KAFADAR                                                           
            
                                    
                                                                                 
 
 
Sayın    VALİMİZ      TİYATRO   ÇALIŞMALARI  İÇİN YERİMİZ YOK
21- Kasım 1957                    
 
              CAHİT-      Valibey içeride mi ?
              POLİS--      konu ne -?
              CAHİT --    Tiyatro hakkında
              POLİS--      Kim diyelim ?
              CAHİT--      Cahit SARAÇ Enver TEKERLEK Salman ÖZÇALIŞKAN
              POLİS--      bekleyin ! .. evet hadi içeri girin !
              HIFZI EGE (Vali) girin…çocuklar .. ayakta kalmayın ..şöyle geçin !
 
Efendim biz G.ANTEP GENÇLİK Tiyatrosunu 1952 yılında kurduk o zamandan beri çalışıyoruz tiyatro’ yu çok seviyoruz ! diye söze başladık önce bizi şöyle tepeden aşağı bir süzüp sonra bizi sınavdan geçirdi 13-14 yaşlarındayız. bıyıklar yeni terliyor.. telif oyunlardan başladık klasiklerden çıktık...en son sahneye koyduğum SCHİLLER’ in WİLHELM TELL‘inden söz edince ne cesaret dermiş gibi baktı..Konusunu sordu anlattık           Orhan Asena‘dan - Cevat Fehmi Başkut’un oyunlarının isimlerini ardı ardına sıralayıp     oyunlarından bahsettik Shakespeare’in JULİUS SEZAR-ını anlattık. bizim orta oyunu tarzını andıran(dell’Arte) tiyatrosundan GALDONİ’nin (Yalancı- iki efendinin Uşağı - Kahvehane oyunlarından) tiyatronun toplumdaki yerinden bahsettik. sonunda işin özüne geldik Sayın Valimiz ÇALIŞACAK YERİMİZ YOK! en azından Gaziantep’imizin Kurtuluş gününün boş geçmesini istemiyoruz gurubumuz var ama çalışacak yerimiz yok...Vali Hıfzı EGE saatine bakıp toplantıya gitmek zorunda olduğunu saat üç gibi tekrar  makamına uğramamızı istedi birkaç saati Şehir Kütüphanesi memuru İhsan’ın yanına uğrayarak geçiririz dedik. Öyle de yaptık ! Vali beyin bizi böyle sabırla dinleyeceğini doğrusu hiç tahmin etmemiştik ! gerçekten sayın Vali saat üç de de yerindeydi..bakın çocuklar.Halkevinin karşısındaki (Sıhhi Müze’nin olduğu) yeri biliyorsunuz herhalde Milli Eğitim Müdürü ile görüştüm ona sizlerden bahsettim..oldukça büyük güzel geniş bir yer hem oldukca işlek bir yerde.. bu sizin için çok avantaj sağlayacak..kadronuzu bu sayede daha da genişletmeniz mümkün! bu salondan yalnız siz sorumlusunuz yanınıza bir görevli vereyim içerisi temiz sayılır…yalnız havalar şimdiden soğudu orada üşüyeceksiniz salona güzel bir soba kurduralım yarın bir yere ayrılmayın siz de orada olun !şimdilik bir ton odun yeter herhalde..iki anahtarı var..biri devamlı sizde kalsın..aman Allahım !…bir gün içinde neler oluyor ! inanılmayacak şey sabahleyin adamlar geldi..soba kuruldu..birkaç saat sonra odunlar dizildi..telefon bağlandı (aynı masallardaki gibi EVETdile benden ne dilersin gibi? TEŞEKKÜR EDERİZ Sayın Hıfz EGE-Gazi kentin gençleri olarak Gençlik Tiyatrosu adına size TEŞEKKÜR EDERİZ sizi hiç mi hiç UNUTMAYACAĞIZ   ! HİÇ BİR ZAMAN !  
                                         
  
 ***  AÇIKLAMA : Fevzi Günenç’in yerel gazetelerde ve sitesinde bu Vali’ye çıkma olayını Şen Tiyatro adına Mustafa Bakkaloğlu’nun Valiye çıkması şeklinde yansıtmış ve sağlık Müzesi ele geçirildi ..ibaresini kullanmış benim kasım 1957 yılında sayın Vali Hıfzı Ege’den teslim aldığım ve bütün sorumluluğu bana ait olan ‘’ Sağlık Müzesinde’’ 1952 de kurmuş olduğum Gençlik Tiyatrosundan bu salonda bizden başka çalışan hiçbir gurup olmamıştır. ‘’yalnız provalarımızın olmadığı günlerde FERİT GİNOL Hoca derleyeceği belgeler için Barak havalarının ses kaydını burada yapılması için benden rica ederek solonu 3 gün kullanmıştır.) yine aynı yazıda Fevzi Günenç’in dışarda camdan seyrettikleri Mustafa Bakkaloğlunu ve beni elinde kelpeteni ile beraber prova yaparken göstermiş..buna da açıklık getirmek gerekirse Vali Hıfzı Ege’ye 25 ARALIK 1957 KURTLUŞ GECESİ’nde sunacağıma söz veriğim ‘’ bu mutlu günde biraz da gülelim diye iki haftalık zamana sığdırdığım Haydar Ediskun ve Baha Dürder’in yazmış olduğu ‘’Ali yerine’’ Veli komedisi provasıydı . KONUSU: Diş Doktorunun acele bir işi çıkar muayene haneyi temizlikçisine bırakır gelen hastalar onu doktor sanarak acı içinde beyaz giysili temizlikçiye sığınıp ısrarla tedavi ve Diş çekimi için zorlarlar temizlikci gerçeği anlatmakta zorluk çeker . Fevzi’nin camdan gördüğü dişçi koltuğunda oturan SADIK ANLAR’dı ben de beyaz önlük içinde Muayenehane’nin TEMİZLİKÇİSİ’ydim.Av.Hulisi Yetkin bu provaları izledikten sonra bu oyunu KURTULUŞ GECESİ’ni yalnız GENÇLİK TIYATROSUnun gösterisi olarak KÜLTÜR DERNEĞİ adına SİTE SİNEMASI’nı tutarak organizeyi üstlenmişti.. ‘’KURTULUŞ GECESİ’ni Site Sinemasındaki gösterilerle kutladık Valimiz HIFZI EGE de en ön sıradaydı.    ( detayları var )
 
 
 
 FERİDUN   ERSERİM ve     Av. HULUSİ YETKİN
 ( HALKEVİ BAHÇESİNDE     SEÇİM )
 
 8-TEMMUZ 1957                             
 
masalar yan yana dizilmiş Halkevi bahçesinde KÜLTÜR derneğinin seçimi var     şimdiye   
kadar hizmetleri sıralanıp okunuyor içimizde dernek konusunda deneyimli Ahmet var Buna hiç gerek yok seçimin demokratik bir seçim olacağı söyleniyor öyle seçim için
kulis faaliyetleri falan da yok bizim masada -Salman ÖZÇALIŞKAN -MustafaALAGÖZ -Mahmut TÜRKMEN - Fikri ÖZTAN - İ.Hakkı ÖZSABUNCU – Enver TEKERLEK - Zihni ÇALMAN - Ahmet BAYAZ ve ben sonuçta seçim iki aday arasında geçecek ya Feridun    ERSERİM ya da Av.Hulisi YETKİN oyları toplayıp Kültür derneği başkanlığını kaldığı yerden devam ettirecek Feridun bey Ticaret Lisesi öğretmeni Hulusi Bey ise Adliye’nin karşısında Avukat. oylar sayılıyor..Hulusi YETKİN kazanıyor..seviniyoruz. seçim sonunda Feridun beye de şimdiye kadar Gaziantep’e yaptıkları hizmetlerden dolayı teşekkür ediyoruz.
 
 
SEYRÜSEFER  (TRAFİK) HAKKINDA    YILDIZ SİNEMASINDA   BEDAVA FİLM
 
Maarif Gaziantep’in merkezi sayılırdı nereye gidiyorsun ? diye sorulduğunda şöyle Maarif’e doğru çıkacağım deyimi günllük hayatımızda kullandığımız en sık deyimlerden            biriydi. Maarif alanını hepimiz çok severdik hele tam maarif’in yol ortasındaki Seyrüsefer kulübesinin ortasında yer almış memur koluna beyaz kolluklar takıp görevini yerine getirirken arada arabalara ve yayalara uzattığı kolu ile geçiş işareti verip ağzında düdük ile bizi ve arada gelen Arabaları yönlendirmesi seyre değerdi....köşedeki yüksek yere asılı bez üzerine yazılan pankart dikkatimi çekmişti‘’ Seyrüsefer hakkında Yıldız Sinemasında bedava film’’ bu gün saat 15.00 de...bedava film olsun da isterse elektrik direklerini göstersin..iyiki de gitmişim üst kattaki balkon’a oturdum..en önde uzun boylu birisi önunde bir mikrofon hazırlık safhasında olduğu belli.. yanımdaki amca’ya sordum..O..Seyrüsefer Müdürü Abdullah Özer dedi..makinist odasında hiç bir hareketlilik yoktu..sonra dikkatli baktığımda Müdürün önünde makaralı bir gösterici alet vardı..film tam saatında başladı konuşmalar Amerikanca’ya benziyordu bu filmden kim ne anlayacak diye düşünürken ,Seyrüsefer Müdürü filmin orjinal sesini biraz kıstı ve önündeki mikrofondan kendisi anlatmağa başladı ses tonu tok anlaşılır tertemiz bir Türkçe ...film öğretici filmdi.’’.öğretici Film’’ deyip geçmemeli İlk okuldayken arada sırada okullarla birlikte gittiğimiz Sanat okulunda atölyede yerlere yayılarak yüzlerce öğrenciye izlettirilen bizi ve toplumumuz ilgilendirmeyen öğretici filmlere götürürlerdi.. bir şey anlamadan- öğrenmeden birbirimizi tepeleyerek karanlık atölyeden çıkar haklı olarak başımızdaki öğretmene filmin bize ne anlatmak istediğini sorardık Öğretmenimiz de buna cevap bulamazdı..ama bu öğretici film bir başkaydı!.amacına ulaşmıştı her şeyden evvel Ülke tanımaz bir evrenselliği vardı.. bir Belediye şehir Meclisi düşünün Seyrüsefer için o ilkel şartlarla yenilik arayışı içinde toplanan Meclis yeni kararlar alıyorl ..bu kararlar yeterli kalmıyor.uygulamalar.biraz da komik durumlar yaratıyor bunlar da yeterli olmuyor..yeni kararlar alıyor bunların da uygulamalarını görüyoruz bu kararları seyrüsefer Müdürü güzel güzel anlatıyor film’in kararları uygulama sahneleri biraz hızlandırılarak çekilmiş bu da seyirciyi sıkmadan filme ayrı değişik bir güzellik katıyor ! bol bol gülüyoruz..yeni kararlar gerekiyor..içimizden bu kararların isabetli olduğuna inanırken yeni aksaklıklar oluşuyor dolayısı ile yıllardan beri alınan kararların gelişim evrelerini biz de içindeymiş, bunları hep birlikte yaşıyormuş gibi teker teker görüp hissediyoruz ..tabii bunda Abdullah Özer’in de payı büyük...öyle güzel anlatıyordu ki.hem gözümüze hem kulağımıza hitap ediyordu.yıllar geçtiği halde bu olay o zamanın şartları içinde değerlendirildiğinde toplumumuz için mükemmel bir sunumdu..!
 
KÜLTÜR   DERNEĞİ   
GENÇLİK    TİYATROSUNU   SAHİPLENİYOR
   15-ARALIK 1957
 
 Av.Hulisi YETKİN bizi ÇAY’a davet edip arkadaşlarımızla tanışıyor. aslında Hulusi beyi aramızda tanımayan yok gibi kadromuzda kaç kişi olduğunu ne yapmak   hangi oyunları oynamak istediğimizi öğrenmek istiyor, biz de Vali Hıfzı EGE’ ye kurtuluş gecesi İçin söz verdiğimizi Onun bize şehrin en güzel yerinde bir salon hediye ettiğini açıklayınca Hulusi bey gülümseyerek tamam bizim de Kurtuluş günü için böyle bir planımız var kurtuluş günü için Kültür Derneği adına SİTE SİNEMASI ‘nı tutmuştuk oyun planınıza zaman kaybetmeden başlayabilirsiniz..nasıl olsa Sayın Vali size çalışmanız için bir yer vermiş !. toplantı bittikten sonra hemen Gaziantep’ te kamburun yeri diye bilinen (Sıhhi Müze) çalışma yerimizde hemen bir bir toplantı yaptık burada provalarımızın yanında gurubumuz 25 Aralık günü için oyun hazırlayıp sonra da kurslar açacak Vali Bey’in yüzünü kara çıkarmayacaktık.. toplantı sonundaki seçimde arkadaşlar oy birliği ile beni ikinci kez GENÇLİK TİYATROSU Müdürü -Salman ÖZÇALIŞKAN’ı da Müdür yardımcısı seçtiler.Ahmet Bayaz idari işleri yürütecekti dekor ve makiyaj işlerini de Abdullah Edip ÇİTÇİ üsleniyordu.
 
                                 
 
SİTE    SİNEMASINDA   KURTULUŞ GÜNÜ   KUTLAMASI
 KÜLTÜR DERNEĞİ    ve     BİR   OYUN
   16-Aralık 1957
 
                                                                 
 
 
 Kurtuluş gecesinde ne yapacağımızı kararlaştırmamız gerekiyor.. bu yıl Şahin Beyin savunması ile kalmayıp çerçeveyi biraz anlatımla genişletip araya Kara Yılanı da katarak biraz daha geniş tutalım istiyorduk.. ertesi gün Salman Özçalışkan ve Enver Tekerlek ile birlikte Alay komutanına çıkıp Askeri üniforma ve silah yardımı isteyeceğiz.. müdafaa    yurdumuzu paylaşmağa kalkışanlara karşı barut kokusu ve silah ile olur!
 
ASKERİ   ELBİSE- ve   SİLAHLAR
 
Alay komutanı bizi çok iyi karşıladı. Tutanak karşılığında bize 12-Silah ve 12 adet de Askeri giysi verdi teşekkür ettik.. ayrıca davetiye yollayacağımıza da söz verdik silah ve barut kokusu demiştik.. mermi atışlarımızı düşündük taşındık sahnede uygulanması imkansızdı .. bayramlarda satılan mantarlardan hemen on kutu alıp her mantarın iki ucuna dikkatlice esnek tellerle yavaşça tutturup yere atıldığında düşer düşmez ışık çıkararak patladığını test edip bunda karar kıldık. Yan Sahne tarafına askılara asılmış mantarları dizdik görevli arkadaşlar provadaki gibi sahneye doğru fırlatacaklardı bir tehlikesi olmadığı kesindi... proğramımızda anlatımla Şahin beyin müdafaa sahnesi hep paralel gidecekti.. Sadık ANLAR bu anlatım için ideal kişiydi .hemen anlatım metnini hazırlayıp proğramın gidişatını belirledik.. Karayılan’ın Antep’in zor günlerinde Karabıyıklı mevkiinde düşmana büyük darbeler indirme tablosu..ve sonunda ŞIH’ın Dağında (sarımsak tepede) Fransızları geri püskürtürken Şehitlik mertebesine ermesi Karayılan’ın naaşı kucaklarda Şehire kadar taşınması üzerinde hassasiyetle uygulayacağımız sahnelerdi.
 
                                    ‘’ Kara yılan der ki harbe oturak
                                      Kilis yollarında kelle getirek
                                      Nerde düşman varsa orda bitirek
                                      Vurun ha yiğitler namus günüdür..’’
 
                                   
 
 
  BİR de KOMEDİ   OYNAYALIM   
 ALİ YERİNE VELİ SİTE SİNEMASINDA
 16 –aralık 1957
 
Acı ve kahramanlıklarla dolu Gaziantep’in kurtuluş gününü kutluyoruz ! bu mutlu günde seyircilerin eğlenip gülmesi doğal hakkı değil mi.? Sayın Vali Hıfzı EGE’ye bir de komedi oynayacağımıza söz vermiştik Remzi kitabevi yayınlarından çıkan Haydar EDİSKUN ve Baha DÜRDER’in birlikte yazdıkları ‘’ ALİ yerine VELİ ‘’ oyununu iki hafta prova yaptık ( daha önceleri aynı yazarların ‘’mahkemede geçen ‘’ Ayıkla Pirincin taşını ‘’adlı Komedisini oynamıştık ALİ YERİNE VELİ adlı Oyunu sahneye ben koyuyorum, oyunun konusu sade ve anlaşılır yanlışlıklar üzerine kurulmuş bir komedi Diş Doktoru’ nun çok acele bir işi çıkar..telaşla çıkarken durumu idare edin hastaları içeri bekleme salonuna alın ben hemen işimi halledip geliyorum der ve gider temizlik işlerine bakan beyaz önlüklü muaynehane’nin hizmetlisi kapıyıu çalan hastayı içeri alır hasta onu diş doktoru zannederek sancıdan sızlanır ve dişini bir an önce çektirmek ister.. çok ızdırap çekmektedir.. hizmetli hastanın zorlaması karşısında elinde kerpeten neredeyse hastanın kucağına çıkacak kadar zorlanır İlk hasta sadık Anlar’dı gerçekçi oyunumuzla salonu kahkahalarla kırdık geçirdik değişik tiplerle işlenmiş ustaca yazılmış bu komediyi iki haftada eksiksiz dozuna uygun çıkarmıştık. Beyaz önlüklü temizlikçi’yi ben oynadım Hasso’yu Sadık Anlar- yaşlı İhtiyar kadını Halil Şeref - köylüyü Enver Tekerlek - Tüccar’ı Salman Özçalışkan.-Mahmut Türkmen-.Ahmet Bayaz-İsmail Hakkı Özsabuncu.-Mustafa Elagöz -Fikri Öztan -.Zihni Çalman- kadrodaydı Antep müdafaa tablolarında Göksel KOÇAK- Gürsel- İzzet GÜLPINAR -Abidin YÜCEDAĞ –AhmetTAŞAR -Mustafa SİLAHTAROĞLU-( Avni Dilligil’in oyuncusu )Asım DUTÇU -Sabahattin KAZANASMAZ- Tekin OKÇU - sahneye koyan:Cahit Saraç-Dekor ve Makyaj: Abdullah ÇİTÇİ .Müzik Ömer LÖK-Durdu SAYDAM
                        
Sağdan ön sıra Mahmut Türkmen- Sadık Anlar –Mustafa Silahtaroğlu- 2.sıra:Abdullah Çitçi- Cahit Saraç-Göksel Koçak- Av.Hulisi Yetkin-Abidin Yücedağ
 
 
 
 SANAT     SEVERLER DERNEĞİ
 1957-58
 
Sanat severler derneği kurulmazdan önce Emirgan bahçesinde bir araya gelir kitaplardan yeni çıkan  Şiirlerden söz eder çoğunlukla İbrahim TEKELİOĞLU…ve Çalışma Müdürü Eftal EMİROĞLU nun da katılımıyla Ahmet BAYAZ- Mustafa ELAGÖZ - Fikri ÖZTAN - Mümtaz ZİYREK - Salman ÖZÇALIŞKAN -arada bir Fevzi GÜNENÇ-uğrar değişik konular bulup derinleştirirdik o zamanlar dergilerden Yeditepe - Pazar Postası- Varlık dergisi -gibi her birimizin devamlı aldığı dergiler vardı ben tiyatro ve eleştirilerini takip etmek için AKİS Dergisi okurdum (politkayla oldum olası hiç ilgilenmem-Tiyatro haberleri için alırdım) )yaz günleri Emirgan çay bahçesinde buluşur saatlerce oturur konuşurduk daha sonra Ahmet Bayaz biz neden orada burada vakit öldürüyoruz ?. bir Dernek kuralım..hem orada kış günleri daha rahat ederiz hemde Kültürel faaliyetlerimizi devam ettiririz diye bizi uyardıktan sonra zaman kaybetmeden dernek kurma hazırlıklarına giriştik ve gerçekleştirdik..Ahmet dernek konularında gereken yeterli bilgilere sahipti.’’Sanat Severler Derneğini ‘’Suburcu caddesinde (Cevizli mağazasının yani Belediye Şehir Tiyatrosu inşa edilmezden önce o alandaki daracık çıkmazdaki ) ODA yı kiraladık.. burada uzun süre Tiyatro çalışmaları va provalar yaptık ‘’Kamp 17’’ ve Steinbeck’in ‘’Fareler ve İnsanları’nı ‘’hazırladık Şiir günleri tertip ederdik arada bir Fikri kardeşi Ziya Öztanı da buraya   getirirdi ..Ressamlarla ilgili konuları Güzel sanatlarda okuyan Ziya Görgün anlatırdı...zamanın nasıl geçtiğini bilmez birbirimizden ayrılmak istemedik dışarı çıktığımızda karşıda Necip Bahri’nin içeride olmadığını gördükten sonra oğlu arkadaşımız Fevzi Günenç’ in matbaasına uğrar bakkaldan aldığımız birkaç kutu Kız marka Sardalye ve ekmekle gecenin geç saatlerine kadar sanat ekseni etrafında söyleşir hem de Fevzi ’ye elimizden geldiğince matbaada  yardım etmeye çalışırdık.
 
 
GENÇLİK TİYATROMUZU   DESTEKLEYEN AVUKATLAR                 
                                                                                     
   1957
                              Avukat      Hulusi YETKİN
                              Avukat      Zihni    KUTLAR
                              Avukat      Selahattin   ÇOLAKOĞLU
                             Avuka t      Neşet   ÖĞÜT
 
 En sık muhatap olup dertlerimizi anlattığımız kişi Kültür derneği başkanı sayın Av. Hulusi YETKİN’di çalışmalarımızın hangi safhada olduğunu merak edip öğlen üzeri geçerken çalışma yerimize uğrar bir ihtiyacımız olup olmadığını sorar,oyunun organize işleri hakkında bizden bilgi alır Av.Zihni KUTLAR ise provalardan çıkışta olsun çalışma aralarında olsun içeri girerek önce provalarımızı izler daha sonra da halimizi hatırımızı sorardı Av. Zihni KUTLAR İstanbul Şehir Tiyatrosunda (Darülbedayi) de Öğrenciliği sırasında seyrettiği oyunlardan örnekler anlatır o zamanların Tiyatro geleneklerinin bir değerlendirmesini yapar bize moral vererek.. Gençliğimizin kıymetini bilmemizi ve günlerimizi dolu dolu geçirmemizi tavsiye ederek ayrılırdı... Av..Neşet ÖĞÜT’de bizden oyun hakkında bilgi almakla yetinirdi . Av. Selahattin ÇOLAKOĞLU’ na gelince uzun uzun oturur sanat Dünyasından şiirlerden konuya konu eklenerek.uzun uzun sohbet ederdik. bize engel olmamak için zaman bulduğumuzda yazıhanesine uğramamızı isterdi             gerçekten de gerek Ahmet BAYAZ, gerek Mümtaz ZİYREK o civardan geçerken beraber olduğumuz arkadaşlarlarla mutlaka yazıhanesine uğrardık.
 
 
 
VAHİTTİN BOZGEYİK
 
Gaziantep Belediye Şehir Tiyatrosunun açtığı kurslara katılmış Ahmet Kutsi Tecer’in KÖŞEBAŞI /1972) oyununda oynamış Gazeteci kökenli bir oyuncu Köşebaşı oyunundan sonra yine Gazetecilik mesleğine dönmüş yıllarca Gazeteciliği bırakmamıştır..bir ara Türk Sinemasında karakter rollere de çıkmıştır Ankara’da K.Dere Mithatpaşa Tiyatrosunda çalışmış yerel Televizyonlarda kültür proğramları yapmıştır.
 
HEDEF ANKARA DEVLET    KONSERVATUARI       
 1957-1958
 
 Konservatuar sınavlarının başlamasına daha biraz zaman vardı ama konuyu açmak için dayımın gelmesini bekliyordum dayım yüzbaşı Sanat ‘a çok yakınlığı vardı, izine geldiği süre içinde Gaziantep’e bir tiyatro topluluk geldiğinde hemen bileti alır beni beraberinde götürürdü..geçen yıl onun sayesinde Baydar sinemasına turne ile gelen daha önceleri Radyoda seve seve dinlediğim ve o büyük deri çantamı akardiyon gibi kullanarak sık sık taklidini yaptığım ‘’Celal ŞAHİN’ e götürmüştü‘’bu benim için büyük mutluluktu..şimdi sıra dayım İhsan Topuz’la birlikte babama konservatuar konusunu açmaktı babam dayıma   (konservatuarı) bitirince ne olacak ne çıkacak diye sorduğunda.. dayım çok güzel uzatmadan uygun bir şekilde anlattı insan becerebileceği ve sevdiği bir işi yapmalı gibi bir sözle bitirdi babam çok kızmıştı sevilecek meslek ayrı Taratura ayrı.. bizim şanımıza şerefimize yakışır mı ? dünyada olmaz dedi..dayım bırakın bana ben okutayım..ben ilgileneyim kendi elimle Ankara’ya götüreyim ! babam dargın bakışlarla dünyada olmaz dedi..benim işime karışma demeye getirdi..araya bir soğukluk girmiş oldu bütün umutlarım suya düşmüştü..! o yıl Gaziantep’te tiyatro çalışmalarına kendimi verdim GENÇLİK TİYATROSU adına bir kaç arkadaşımla Vali Hıfzı Ege’ ye çıkarak Tiyatro çalışmaları için bir yer istiyoruz diye cesaretle derdimizi anlatmış sayın Vali de bize Halkevi’nin karşısındaki kamburun yerinin (eski sıhhi müzesini ) o geniş ve güzelim yeri bize tahsis etmişti..Hıfzı Ege’nin bu iyiliğini hiç unutmadık unutmayacağız da aynı yıl Kültür Derneği Gençlik Tiyatrosu Müdürlüğüne seçilmem – oyunlar hazırlamam turneye çıkmamız gibi oldukca hareketli günler geçirdim.
 
                                      
                                               
 GAZİANTEP GENÇLİK TİYATROSU ÇALIŞMALARI
                              
 PARA DELİSİ - Yunus Nüzhet ONAT
   1958
 
Atatürk bulvarındaki çalışma yerimiz şehrin en işlek yerinde olduğundan kapı üstündeki görkemli büyük cama açıklayıcı bilgi ve kurslara başvuru saatini yazılı olarak belirtip   yapılacak müracaatları çalışma saatlarımıza denk getirmemeye çalıştık .gerçekten de çalışmalarımız çok yoğundu..Tiyatroda makyajdan tutun da ritmik jimnastiğe kadar uygulamalar vardı bölgemizdeki yetenekli veya istekli gençlerin elbette bir eğitimden geçmesi öyle sanıldığı kadar kolay bir iş değildi ! basamak basamak uygulamalarla ve aşamalarla yetişmeleri gerekiyordu..ısrarla bir şeyler öğrenmek için yüreğinde Tiyatro aşkı taşıyan istekli adaylara önce Tiyatronun ne olduğunu oyuncu adaylarının sıkı ve ısrarlı bir çalışmaya girerek başarı göstermesi gerekiyordu.. elbette bu bilgi ve yetenek geliştirici çalışmaların ve deneylerin sonunda ortaya çıkacaktı elimizdeki kadro ile bir Akademi gibi sabahları saat 10.oo dan-16.oo ya kadar değişik oyunlardan tiratlar pasajlar okutarak bazan da değişik oyunların provasını yapıyorduk oyun ekibimize şimdilik uygunluğu nedeni ile Yunus Nüzhet ONAT’ ın PARA DELİSİ adlı bir Fransız yazarından Türkçeye adapte edilmiş bir komedisini uygun gördük bu oyunu Nisan ayına yetiştirmeyi planladık..bunun yanında Tiyatro kurslarımıza ara vermeden devam ediyor geniş salonumuzda ritmik Jimnastik gevşeme -nefes eksersizleri..pantomim çalışmaları..makyaj dersleri (Abdullah Çitçi) .konsantrasyon eğitimi gibi çalışmaları aralıksız devam ettiriyorduk…
 
 AÇIKLAMA :Fevzi Günenç Mustafa Bakkaloğlu ile ilgili yazısında Bakkaloğlu’nun oynadıkları oyunlarının içinde PARA DELİSİ Oyununu da saymış ‘’ PARA DELİSİ bu kadroda Cahit Saraç da olacaktır ‘’ diye geçmiş – oysaki Para Delisi Gençlik Tiyatrosu’nun benim sahneye koyduğum oyundur bu oyunun Bakkaloğlu ile hiç bir ilgisi yoktur. Oyunun provalarını kendi yerimiz sıhhi müze’de yapıp KÜLTÜR DERNEĞİ himayesinde oynadıktan sonra bu oyunla Kahraman Maraş turnesi yapmıştık.
 
 
 
G.ANTEP LİSESİ MÜZİK HOCASI
 FERİT GİNOL’ un FOLKLOR ÇALIŞMALARI
 1958
 
Zaman zaman çalışmamızın olmadığı günlerde G.Antep Lisesi müzik hocası Ferit GİNOL bizden provalarımız sonrasındaki saatlerde folklor çalışmaları için salonumuzu rica etmişti salonumuzda ayrı ayrı haftalarda 3 gün kadar sürdürmüş oldu:( Davul-Zurna Barak Havaları vs.) o gurup içinde en iyi tanıdığım Ali CEVAZ’ dı gerçekten Ferit GİNOL’un yaptığı emek ve sabır isteyen büyük hizmetlerdi unutulmaya yüz tutmuş Gaziantep Halk oyunlarının tüm figürlerinin öğretilmesi ,kurallara bağlanması, derlenen Türkülerin ve değişik uzun havaların ses kayıtlarının burada yapılması o günlerde yeteri kadar anlaşılmasa da çok büyük bir hizmetti Ferit GİNOL burada davul zurna eşliğinde büyük bir titizlikle seçilenleri banda aldırıyor ve Belge niteliğinde gelecek nesillere taşımaya çalışıyordu.. 
 
 GAZİANTEP’ te    TİYATRO GURUPLARI   ÇOĞALSIN
 MUSTAFA BAKKALOĞLU   ve CABİR TEKİN
    1958
 
 En büyük çabamız Gazi kentimizdeki Gurupların çoğalmasıydı. Provalarımız bitiminde Cabir TEKİN ve Mustafa BAKKALOĞLU ile görüşmemizde içerisine gelenekleri ustaca yerleştirip toplum gerçeklerini biraz da ciddi sayılabilecek eleştiri gözü ile değişik malzemler katarak seyircinin anlayışına ve zevkine göre ayağı yere basan oyunlar hazırlamanın mümkün olabileceğini anlatıyordum ve bu yolun da geleneksel Tiyatroya açılacak bir pencere olabileceği konusunda konuşuyorduk Mustafa bu konularda oldum olası bizden hep ayrık kalmaya özen gösteriyordu Kültür derneği adı altında bir örnekleme olsun diye Gençlik Tiyatromuzun oyunu ile ŞEN Tiyatronun hazırladığı oyunu iki gurup olarak birlikte oynayabileceğimizi daha da olmazsa önceden Site Sinemasında oynadığımız oyun benzeri eğlendirici herhangi bir oyunu yerel dilimizle oynamak mümkün deyince Mustafa Bakkaloğlu gurubunun ‘’ŞEN TİYATRO’’ olarak devam edeceğini ve bir Berberde geçen bir macerayı daha da genişleterek oynayabileceklerini söyledi   Mustafa Bakkaloğlu ile ilk kez bunun isabetli ve olumlu bir karar olduğunda birleşiyoruz
 
CABİR TEKİN
 
Kişisel isteklerini hiç bir zaman öne sürmemiş memuriyeti dışında tiyatroya hizmeti geçmiş fedakar bir nefer ! onunla makul ölçüler içinde her zaman anlaşabilirsiniz verdiği sözlerde hep tutarlıdır öyle ekip-gurup tutuculuğu da yoktur..tiyatro mu..hemen yardım için bir ucundan tutar yeter ki Gazi Kentte tiyatro.büyüsün.serpilsin.gelişsin..Cabir Tekin’de ben..ben..deyimleri de yoktur mütevazı gücü yettiğince tiyatro adını yüceltmeye hazır oğlu Önder’e de herhalde babasının bu meziyetleri geçmiş olacak ki Haldun Dormen’in yönetmenliğini yaptığı ‘’Hüdaverdi ‘’filminde onu oynatmışlardı..Cabir Tekin Tiyatroya tutkunluğu kadar  dostlarıyla da her zaman kopmaz bağlılığını devam ettirmiştir
 
ŞEN TİYATRO
1958
 
 Mustafa Bakkaloğlu Şen Tiyatro ekibinde Cabir Tekin – Mehmet Emre- Hüseyin Böler – Hayri Özkülekçi – Mehmet Hayri Kalaycı –Kemal Tekin –Hasan Avşaroğlu – İmam Hüseyin Paksoy gibi isimler yer alıyordu tanıdığım kadarıyla oynamasalar bile kendi aralarında  başta Hüseyin Böler’in ve bütün ekibin yan yana geldiği zamanlarda zaten ortada komedi vardır...Mustafa Bakkaloğlu ile hiç bir oyunda beraber oynayamadık yalnız 1975 yılında Keşanlı Ali oyununu sahneye koyduğumda sağolsun Destan satan’ Çocuğu oynadı. o kadar !. Mustafa BAKKALOĞLU oynayanlara Dekor yardımında bulunacak kadar da yardım severdi..bazen de oyun günü gelerek verin benim dekorlarımı diye karşı gurubu heyecanlandırmaktan keyif alırdı..! Gençlik Tiyatrosu oyuncularımızı Radyocu Mehmet Arpacı’nın yanında otururken gördüğünde şaka yollu hepimize-yıne ne Tiyatrolar çeviriyorsunuz diye takılmadan edemezdi ..
 
 
 MAHMUT TÜRKMEN   ve   OYUNDAKİ     POLİS
 1958    
 
Tiyatro gurubumuzun yeni oyuncular kazanımı daha tam manası ile olgulaşmamıştı. olumlu deneyimler ve çalışmalar devam etmekteydi o gurubun içinde yeni heveslilerden ateş gibi bir genç vardı ki biz çalışırken eli yüzü yer yer kireç kalıntıları ile bize gelir provaları izlerdi Sinemaya da çok meraklıymış ne iş yaptığını sorduk badanacı..duvar ustası sıvacılık gibi işlerde çalışıyormuş her şeyi çabucak kapan bir özelliği vardı kendinden son derece emin olan Mahmut’a oyundan birkaç replik verdim gayet başarılı polis rolünün üstesinden geleceğinden iyice emin olmuştum, polis rolünü hemen ona verdim provalarda olağan üstü oynuyordu şimdi oyunun adını hatırlayamıyorum .. polis kıyafetini daha önce Emniyetten izinli olarak almıştık provaya ara verdiğimiz bir gün benden habersiz polis üniformasını giyip caddeye çıkmış fark ettirmeden kayıplara karışmıştı.. telaşlandık durduk, ertesi gün prova yapıyoruz oyuna kendimizi öyle kaptırmışız ki içeri bir polis girdi gelenin Mahmut olduğunu geç fark ettik..nerdesin Mahmut çok merak ettik..böyle resmi polis üniforması ile dolaşılır mı başımıza iş açacaksın - yok dedi ben üniformama göre çok faydalı işler yaptım Sinemaların önündeki kara borsacılara daha evvelden göz aşinalığım vardı onları tek tek toplayıp sizi bir daha buralarda görürsem ayağınızı kırarım hem de resmi işlem başlattırırım diye korkuttum        inanmıyorsanız gidin Nakip Aliye sorun artık sinemaların önünde böyle kişiler göremeyeceksiniz !Gerçekten sinemaların önünü gözeten arkadaşlarımız karaborsacılığın bir süre ortadan silindiğine şahit olmuşlardı ama polis üniforması artık kontrolüm altındaydı. gurubumuza giren Mahmut TÜRKMEN gerçekten bir çok oyunda oynadı ve oynadıkları rollerin hepsinin altından kalkmasını bildi . 
 
 
 GAZİANTEP KÜLTÜR DERNEĞİ
 14   NİSAN 1958   GENÇLİK   ve ŞEN TİYATRO
 GÖSTERİ    GECESİ   - NAKIP SİNEMASINDA
 
 
                                                                                                                                             
ŞEN TİYATROSU kadrosunda :
 (Berber Vakkas oyununda )
 
Mustafa BAKKALOĞLU-
Cabir TEKİN-
Hüseyin BÖLER
Ali EMRE
Ömer EĞİTMEN-
Fevzi DİŞÇİ -    bulunmaktaydı.
 
 **Açıklama: Mustafa Bakkaloğlu ŞEN TİYATROSU adı altında tuluat oyunlarını tercih eden bir gurup olarak zaman zaman oynuyordu ilk kez Kültür Derneği adı altında Av.Hulisi Beyin isteği üzerine beraber Nakıp Sinemasında birlikte oynadık - bizim kurduğumuz GENÇLİK Tiyatrosu önceden de faaliyetdeydi 1952 Wilhelm Tell oyunundan sonra yanıma oyuncularımdan Salman Özçalışkan-Enver Tekerlek’i alarak Vali Hıfzı EGE’ye çıkıp çalışacak yerimiz yok demiş Sayın Vali Hıfzı Ege’de Gençlik Tiyatrosu adına bizim sorumluluğumuzda Abide karşısındaki Kanburun evinin altındaki o geniş Salonu vermişti (Sıhhı Müze) (ayrıntılarını açıklamıştım)   Burada Gençlik tiyatrosu adına Abdullah Çitçi Makyaj ben de tiyatro Kursları vermiş bir yandan da Para Delisi oyununu sahneye koymuştum çalışmalarımız sırasında Ferit Ginol’ Hoca bir gün bana gelip Provalarınızın olmadığı bir gün folklor derlemelerim içi 3 gün için salonununuzdan yararlanmıştır. Mustafa Bakkaloğlunun salonumuz için hiç bir zaman böyle bir isteği olmamıştır.. Cabir Tekin bize ne kadar yakın durduysa Mustafa Bakkaloğlu da okadar uzakda durdu.. bunun dışında hiç bir araya gelemedik.. çalışmalarımızı hep Gençlik tiyatrosu adına yürüttük ben hiç bir zaman tuluat ve geleneksel oyunları küçümsemedim tam tersi yedek öğretmenliğim sırasında Oğuzeli’nin küçük Karaca Viran köyünde Milli Eğitim Müdürlüğünün onayı ile seyirlik köy oyunlarını hazırlayıp köy meydanlarında halka tanıttım .’’.Gaziantep’e bir turist geldi adlı eleştiri oyununu’’ ilk kez futbol sahasına kadar soktum Cabir Tekin’e kendiliğinden gelip oyunumuza katılmlarından dolayı da teşekkür borçluyum - tuluat ve orta oyununu küçümsemek   benimgibi biri için mümkün mü ?
 
                                                     
 GAZİANTEP    GENÇLİK    TİYATROSU 
 PARA DELİSİ                                                                         
 Komedi 3 perde
14 Nisan 1958                                        
 
Yazan : Yunus   Nüzhet ONAT
Sahneye koyan : Cahit Saraç
 
Cimri (mestan) …………….      Cahit .SARAÇ                          
Mestanın oğlu Ali…………    …Mustafa ELAGÖZ            
Mestanın karısı (Hatice)……… İzzet GÜLPINAR
Dr.Mansur(mestanın kardeşi   .Salman ÖZÇALIŞKAN
Salamon………………………...Mahmut TÜRKMEN
Tahsildar ……………………….Sabahattin KAZANASMAZ
KERİM ………………………….Tekin OKÇU
Mestan’ ın Ruhu……………     Asım TUTÇU
Salamon un ruhu……………    M.ümtaz ZİREK
Melek…………………………….Fikri   ÖZTAN
Mansurun arkadaşı………       Ahmet BAYAZ
ZEBANİ………………………… Ahmet TAŞAR
                                                                                                                            
MÜZİK     ……… Ömer LÖK - Durdu SAYDAM
                                                
 
 
 
 
Av . HULUSİ     YETKİN 
 
Hulusi bey gerçekten Avukatlık mesleğinin yanında hiç boş durmamış çevresindeki
Yazarları, Tarihçeleri Gaziantep gelenekleri ve folkloruna vakif kişileri yazmaya teşvik etmiş bircok araştırmaların öncülüğünü yapmıştır tiyatroyu yaygınlaştırmak için caba harcamış güler yüzü ile kültürel alanda tüm gençlerin saygısına mashar olmuştur.
 
 
 KAHRAMAN MARAŞ   TURNESİ- YILDIZ SİNEMASINDA
PARA DELİSİ - ( Yunus Nüzhet ONAT   )
Komedi 3 perde                                                              
 20 Temmuz 1958
 
    Para Delisi’ adlı oyunun başarısı üzerine oyuncular bu kadar emeğin karşılığı olarak bir gün oynamanın yetersiz olduğunu ve bu ezikliğin etkisi altında kalmak istemediklerini bu oyunla yakın çevredeki illere turne yapılmasının doğru olacağı fikrinde birleştiler.. elbette bu iş için iyi bir organize gerekti..en azından bir otobüs tutulmalıydı oldukça kalabalık bir kadrosu olan Müzik ekibinin varlığı bırakın turneyi içimizde Gaziantep dışına çıkmış deneyimli arkadaşlar bile yoktu…her şeyden evvel turne için maddi kaynak gerekliydi..turneye çıkmak ekip içinde bir oldu bitti havasına getirilmek isteniyordu.. Ahmet BAYAZ ve Mahmut TÜRKMEN organizeyi bize bırakın diye ısrar ettiler.....geniş bir kadrosu olan müzik ekibi bizimle çalıştığı süre boyunca hep iyi niyet ve fedakarlıklarını öne çıkararak bizden para talebinde bulunmadıklarını ima ettiler.. müzik ekibinin başında olan Ömer LÖK ve yardımcısı Durdu SAYDAM G.Antepte o zamanlar ekibi ile birlikte küçümsenemiyecek ücretler alıyorlardı ..içimizde en büyük maddi katkıyı yapan Ahmet BAYAZ ben turne için doksan lira ortaya koyuyorum diye öncü olarak en büyük atılımı başlattı. sonuçta toplanan sadece yüz yetmiş liraydı içimizde gişe hasılatına güvenip bel bağlayanlar çoğunluktaydı..Ahmet Bayaz bütün ekibe cesaret veriyordu afiş. Belediye anonsları ve emniyetten izin alma gibi önemli işleri de üzerine alıyordu.. yanına Mahmut Türkmeni ve oyunun tekstlerini alarak hemen K.Maraşa hareket ettiler aynı günün akşamı da döndüler.. orada Arif ERENLER adında bir Öğretmen ile tanışmışlar.
 
ARİF ERENLER
 
 Arif aynı zamanda kale civarındaki önemli bir gazetede muhabir olarak çalışıyormuş ve çevreyi çok iyi tanıdığından dolayı çok yardımcı olmuş Ahmet ile birlikte.Emniyetten izin alıp hemen gereken yerlere .afişleri dağıtıp Belediye anonslarını yaptırmışlar..K.Maraş’ ın en işlek Sineması olan Yıldız Sinemasını da tutmuşlar.. 2O Temmuz GENÇLİK TİYATROSU Para Delisi oyunu oynanmaya hazır ..her şey şimşek hızıyla gelişmişti.! Ahmet ve Mahmut böylece üslendikleri bu işleri başarı ile yürütmüşlerdi...ertesi günü Ömer LÖK çok samimi olduğu bir otobüs sahibine durumu anlatmış.hatır için benzini karşılayacak bir ücretle bizi K.Maraşa götürecekler her şey tamam.dekorlar yüklendi Tiyatro ve Müzik ekibi..içten gelen bir disiplinle birlikte turneye çıkmanın ilk heyecanını yaşıyoruz ! ben de her ihtimale karşı Babamın benim için yeni diktirmiş.olduğu koyu renkli takımını Rejisör olarak bir yerle muhatap oluruz diye yanıma yedek almıştım. Otobüsten iner inmez bizi Arif Erenler karşıladı her şey hazırdı bir an evvel salonu ve sahneyi görüp yerleşmemiz gerekiyordu öyle de yaptık..bir aksaklık olmadı Arif kendi çevresi için aldığı biletlerin ancak kırk tanesini satabilmiş tam.karşılığını hemen hesaplayıp gişe işlerini yürüten ekibimizdeki Mahmut Türkmen’e ödedi..Yıldız Sinemasının tam karşısında Öğretmenler Lokali var.. bir çay içmek biraz da atmosfer değişikliği iyi gelir diye Sinema yakınlarında bir yerde oturmağa niyetlendim sadece ben değil bütün ekipte bilet satışları ile durumu kurtarabilirmiyiz kaygusu hakim.. hem karşıdan bilet satışlarının genel durumunu en azından bu hareketliliği karşıdan izlerim düşüncesi ile karşıya geçerken genç bir delikanlı yanıma yaklaşıp benim tiyatro ekibinden olup olmadığımı sordu
 
TİYATRO HEVESLİSİ    ERTAN
 
Tiyatroyu çok sevdiğini ama ailesinin buna karşı olduğunu Tiyatro eğitimi ve bu mesleğe katılmak için neler yapmak gerektiğini merak edip bilgi edinmek istiyordu..bunlar öyle bir iki cümle ile geçiştirilecek şeyler değildi..benimle birlikte yürüyerek birlikte çay bahçesine girdi adı Ertan’mış..bana karşı çok saygılı davranıyordu Türkçesi o kadar akıcı , berrak Oyunculuğa o kadar yatkın bir kişiliği vardı ki duygularımı salkıyamadım Ertan da   tiyatroya karşı saygısını saf niyetlerini açığa vurmakla yetiniyordu uzun uzun tiyatro da olması ve yapılması gerekenleri dallandırmadan kısaca ana hatlarıile anlatmaya çalıştım...benden ayrılmak istemiyordu…tam tiyatroya döneceğim anda benim bir yardımım olabilir mi? diye sordu teşekkür ederek hazırlıklı geldiğimizi yalnız kapıda görevli olan Mahmut Türkmen arkadaşın oyunda görevli oluşu ve makyaj olayını da düşünerek onu strese sokmamak için kapıda bilet kesici olarak durabileceğini söyledim ve bu konuda seve seve yardımcı olabileceğini söyledi arkasından ikinci bir ricada bulundu.. işim bittikten sonra Kulis arkasını çok merak ediyorum .. kimseyi rahatsız etmeden girip gezebilirmiyim? tamam dedim ben arkadaşlara bildiririm…oyun başlamasına çok az kaldı..oyuncular kendilerini fark ettirmeden gizlice perde aralığından bakıyorlar bakamayanlar birbirlerine soruyor durum nasıl? çok güzel arkadan birkaç sıra eksik kalmış...yüzler gülüyor..oyun başladı ve çok güzel gidiyor ! Ertan görev sonrası perde arasında kulise gelerek burayı görmek fırsatını verdiğiniz için size çok teşekkür ediyorum diyor oyun alkışlarla bitiyor...hepimizde bir sevinç alkışlar .alkışlar perdeyi defalarca açıp.açıp kapattık.
 
SEYİRCİLER KALKMIYOR
 
Seyirciler gitmiyor..yerlerinden kalkan yok..sonra hep birden .dansöz..dansöz..dansöz diye tempo tutulunca birbirimizin yüzüne bakıp öylece donup kaldık. bize K.Maraşta canla başla yardımcı olan Öğretmen Arif’i kulise çağırdım.Arif bey ne istiyor bunlar..? K.Maraş seyircisini böyle alıştırdılar..olay çıkarabilirler..şaka değil patırtı çıkmadan ne yapabiliriz şimdi onu düşünelim yapacak bir şey yok !
 
ARİ F ERENLER    ve     MÜŞİR BEY
 20-7-1958
 
Bütün ekip şok olmuştuk..Arif hemen atıldı şansımızı deneyeceğiz..inşallah Müşir Bey yerindedir..Mahmut benimle gelsin ! Mahmut ile birlikte telaşla çıkıp dışarı gittiler. başımıza bunlar mı gelecekti aradan on dakika geçmeden Arif telaşla Kulise daldı tamam hallettim.. gelen kadın mantosunu yan sahneye hemen asarak..üzerinde giydiği dansöz kostümü ile Müzik hazır mı diye sordu kuliste Arif Müzik Şefimiz Ömer’e bir şeyler fısıldadı Ömer çaresiz..bize baktı müzik elemanlarını hemen başına toplarken..Arif perdeyi birden hışımla yırtarcasına açarak Seyircilere ‘’.huzurlarınızda dansöz Semra’’ diye takdim edip hemen tekrar acele içeri girdi Mahmut’a göz ucuyla işaret edip hemen yan odaya geçtim. Arifle neler yaptıklarını sordum..hemen yüz adım ötede Müşir’ in Pavyonu varmış..Arif Patron Müşir’e başımıza böyle böyle bir iş geldi..diye anlatınca Müşir Bey telaşlanacak ne var bunda ! diye Arif’in omuzuna elini atmış proğramı biten SEMRA’ gitsin hemen şimdi halletsin.. abi bunlar GENÇLİK TİYATROSU hepsi öğrenci idealist tiyatrocular..ücreti karşılayamazlar!.deyince Müşir senden para isteyen mi var demiş..arkasından Allah belasını versin bu bizim Maraşlı seyircilerin ! diye sokranmış kadın hani şu Türk filmlerinde oynayan dansözler gibi beşer dakikalık iki değişik kıvrak havalı oyunla proğramı bitirip alkışını aldıktan sonra üzerine mantosunu geçirip hepimize gülümseyerek telaş ile seyircilerle karşılaşmamak için bir an önce davranıp acele ile çıkıp gitti..
 
HESAP BAŞINDA
 
 Bu arada Kostümlerimizi çıkarıp makyajlarımızı sildikten sonra hesaba oturduk. kuruş kuruş hesap ettikten sonra eldeki hasılat yüz doksan lira. .sinemanın sahibi de yanımızda anlaştığımız ücret olarak..yüz yetmiş beş lirasını bekliyor..hemen parasını veriyoruz. elde kaldı on beş lira ! hepimizde bir şaşkınlık hakim hesapta yanlışlık olmasın ..ama salonda boş yer kalmamıştı..nasıl olur..? Sinemanın temizlik işine bakan işçisi önce bize bakıp sırıtıyor bir an önce çıkmamızı bekliyor gibi...ben kulise gidip yanımda getirdiğim takım elbiseyi almaya gidiyorum
 
 ASKIDAKİ   TAKIM    ELBİSEM YOK !
 
 eyvah..askıya astığım takım yok ! telaşla her yere bakıyorum yok ! şimdi ben babama ne diyeceğim..? evdekilerden Mümtaz’ların evinde karşıyaka’da ders çalışacağız belki orada kalırım diye inandırarak izin almıştım şimdi onlara ne diyeceğim..ekipteki arkadaşlara soruyorum kimse arkada giyinip çıktıklarında askıda böyle bir şey görmemişler son kalan temizlik işçisi bizden bahşiş bekliyor..zarar ettiğimizi söylüyoruz adamcağız kapıdaki O arkadaşınız para alıp alıp içeriye boyuna parayla seyirci soktu abi..tabii zarar edersiniz. deyince tiyatro aşkı ile dolu şu kulise gelen Ertan ! olacak şey değil !
 
 
SAHİ   ERTAN     NEREDE ?
 
 Ertan aklıma gelmemişti sahi neredeydi kafamda şimşekler çaktı yeni uyandım.. eyvah…yapacak bir şey yok gecenin saat biri olmuş Gaziantep’e araba yok..cebimizde otele verecek para da yok ! Arif gene bizi teselli ederek ayıp yahu .bizim ev ne güne duruyor.,.hadi sallanmayın doğru bizim eve gidiyoruz !
 
ARİF’ lerin     EVİ
 
Ariflerin evi sinemanın hemen yakınında   köşe başındaki Öğretmenler Lokalinin elli adım ilerisinde doğrusu ev hepimizi alacak kadar büyük değil eşyalarımızı eve taşıyoruz....Arif hemen çayı koyup bardakları çıkarıyor.. siz çaya bakıverin ben hemen geliyorum diye evden çıkıyor...on .beş dakika sonra ellerinde yorgan yün yataklar.. minderler.yastıklar birkaç çocuk ve gençlerle birlikte dönüyor. Biz çayları içerken Arif yukarıdaki dama gençlerle birlikte çıkıp on kişilik yatak hazırlıyor.hava sıcak..aşağıda yatma şansımız yok..her yerde bizim eşyalar müzik aletleri dekorlar bir de Arif’in babasının dünya kadar Milli eğitimle ilgili kitapları.. babası emekli Öğretmenmiş geçen hafta .annesi ile Elbistan’a teyzesinin yanına gitmişler.
 
ORGANİZE – DAMDA YATMAK
 
Arif on beş dakikalık kısa zamanda hemen dağıtım yapacağı iki aileyi planlamış organize edip gelmiş beş kişi aynı mahalledeki bir evde - dört kişi de diğer yakın bir evde damda   yatacakmış Arif içimizde birilerinin damdan düşme korkusu olup olmadığını soruyor..ses çıkmayınca arkasından kendi cevaplıyor..Anadolu çocuğu dama alışıktır. dokuz arkadaşımızı alıp gidiyor yirmi dakika sonra yanımıza dönüyor ..saat iiki buçuk artık yatıyoruz hem yıldızlara baka baka..sabah güneşi üzerimize doğmadan uyanıyoruz.nasıl yorulmuşuz.
 
 
 GAZİ ANTEP’e DÖNÜYORUZ
    21-TEMMUZ 1958
 
daha yeni yeni fark ediyoruz gurubumuzun diğer kısmı önlerinde çocuk kılavuzlarla birlikte ayrı ayrı geliyorlar..birleşerek toplanıyoruz eşyalarımızı sarıp sarmalayıp Garaja geliyoruz Ahmet Bayaz beni uyarıyor Cahit şu garajdaki çığırtkan’a bir sor elinde takım elbiseyle gelen bir yolcu görmüş mü... bakarsın.? nerden bilecek ? iş olsun diye soruyorum adam sekiz Otobüsü ile öyle bir genç gitti diyor aynı bizim tiyatrocu olmak isteyen genç             Ertan’ın tipini tarif ediyor..Arif hemen adresimizi alıyor tabii biz de onunkini..vedalaşıyoruz           ancak beş kişimiz yarım saat sonra kalkacak Otobüse kalıyor..
 
 
 
AHMET BAYAZ’ın TEKLİFİ
 
 Gaziantep’e geldiğimizde yanımızdaki eşyaları hemen Sanat severler derneğimize yerleştiriyoruz.Ahmet benim bu yeni dikilmiş çalınan takım elbise için babamdan azar işiteceğimi bildiğinden bütün arkadaşların teker teker ayrılıp otellere dağılarak aramamızı   Ertan diye birinin otelde kalıp kalmadığını öğrenmek  fikrini ortaya atıyor...gurubu hemen ikna ediyor ..Görev başlıyor saat iki buçukta tekrar Sanat severler Derneğinde buluşmak üzere ayrılıyoruz..ben kişisel olarak buna hiç ihtimal vermiyorum buna rağmen benim için yapılan bu aramaya katılmak zorundayım şehrin .merkezindeki birkaç Otele bakıyorum..sonuç yok saat bir buçuk gibi derneğe geliyorum..Ahmet telaşla bana buldum buldum diyor..bir saat oldu burada seni bekliyorum ! Şehir Sinemasının yanındaki            Yıldız otelinde kimseler yoktu merdivenden çıkıp yukarı baktığımda sağdaki ilk odada yarı açık kapıdan senin takım elbiseni yatağa asılı gördüm odadaki genç adam yatağa uzanmış uyuyordu senin takımın olduğundan eminim..hemen Ahmet Bayaz ile Emniyete gittik durumu anlattık önümüze bir Polis kattılar.. Yıldız Oteline geldik Polis kapıyı aralayınca Ertan bizi görüp önce şaşırdı sonra çaresiz takım elbiseyi çaldığını itiraf etti tekrar emniyete gittik ifademiz alındı takım elbiseyi bana teslim ettiler. Ahmet’in ön sezilerinin olduğunu biliyordum, ama bu kadarına pes doğrusu.!. ancak bu kadar olur! koridorda kafamı kurcalayan iki şeyi Ertan dan öğrenmek istiyordum birincisi kapıdaki bilet meselesini kapıdan para alıp içeri soktum diye onu doğruladı..ikincisi neden buraya geldin bizim Gaziantepli olduğumuzu bilmiyor muydun sorusuna. Afişteki G.ANTEP GENÇLİK TİYATROSU yazısını okumadın mı ? deyince inanın bunu hiç akıl edemedim dedi.   
 
 
 ORHAN ERÇİN 
G.ANTEP TURNESİ
   1958
 
Orhan ERÇİN Halk evlerinden yetişmiş 1943 de Raşit Rıza topluluğunda çalışmış   daha sonraları paylaşılmayan oyuncu olarak çoğu tiyatroların kadrolarında yer almış usta bir komedi oyuncusudur 1950 yıllarında Sinema ile uğraşmıştır Gaziantep seyircisi onu Hüseyin PEYDA ile çevirdiği ‘’ Söyleyin anama ağlamasın- Mezarımı taştan oyun’’ filmlerindeki ABDO bey’in yanındaki ‘’ ÇETO ‘’ rolü ile tanımıştır 1955 yıllarında kendi kurduğu tiyatrosu ile Gaziantep’e sık sık gelmiş seyircilerimize‘’ matrak geçme komiserim’’ ‘’ Piç kurusu’’ adlı oyunlarını şehrimizde çoğunlukla Saray sinemasında sunmuştur Orhan ERÇİN film seslendirmelerinde uzun yıllar Louis de Funes ‘i   konuşmuş onun Filmlerini Türkiye’de sevdirmiştir.
 
 
 ROBERT KOLLEJİ     GÖSTERİSİ
 ve   ÜLKÜ TAMER
   1959
 
    Nakip   Sineması’nın   önünde bir afiş.. ROBERT KOLLEJİ –DAĞ YOLUNDA ..içeri girip bilgi almak istiyordum ki kapıda Nakip Ali’yi gördüm bunlar İstanbul ‘ dan KOLLEJ de okuyan çocuklar kendi aralarında bu oyunu hazırlamışlar içlerinde ipekçi Tamerlerin oğlu Ülkü de oynuyormuş.!. bir gün oynayıp gidecekler ! güzel hem de kadroda hemşehrimiz Ülkü’nün olmasına çok sevindim..yıllar önce İtalyan yazar..Ugo BETTİ nin başka bir oyununun oynandığını basından takip etmiştim ‘’ KEÇİLER ADASI ‘’ olmalıydı.. DAĞ YOLUNDA (Ugo Betti’nin bu oyunu oldukça renkli güzel bir oyun Gaziantep           seyircisi bu oyunu çok sevdi.. oyunun en ilginç tarafı seyircilerin oturdukları alanın yüzlerce metre derinliğinde bir uçurum olarak var sayılması Sahnenin ise dağdaki yüksek bir zirve olması ..Çeviri tertemiz anlaşılır ve kısa kısa repliklerle örülmüştü..oyunda bol bol güldük tabii böyle bir oyunda heyecanlı sahneler de vardı.. örneğin arada uçuruma düşme korkusu gibi !..kısaca güzel ve sade bir oyun ve kadro halinde başarılı oyuncular hele içlerinde bir de hemşehrimiz Ülkü Tamer olunca daha bir başka oluyordu..Ülkü’nün şiirleri bir ara PAZAR POSTASInda çıkmıştı.bir de yanılmıyorsam formatları o zamana göre çok değişik olan kalın karton gibi sayfaları olan (a)yayınlarından Samuel BECKETT in ‘’OYUNUN SONU ‘ yazarın ikı kısa oyununu yıllar önce almış okumuştum
 
 ÜLKÜ TAMER   ve   ONAT KUTLAR
 
Yıllar önce ülkü Tamer ve Onat Kutlar’ın birlikte Gaziantep’e yaz Tatili için geldiklerinde KIRKAYAK bahçesine oturur, merakla onlardan İstanbulda oynanan oyunlar hakkında bilgi alırdık anlatılanları öyle istekli dinlerdik ki neredeyse bize anlatılan İstanbuldaki oyunları görmüş gibi olurduk !.yıllar geçtikten sonra arada sırada Ülkü ve Onat Kutlar ile çağaloğlu yokuşundaki Kanaat Kitabevi karşısındaki pastanede buluşur birlikte otururduk bize buradaki tiyatro çalışmalarını daha da özendirmek için ellerinden geleni yaparlardı. Onat KUTLAR ın o tertemiz Türkçesi ile yazdığı’’ İSHAK ‘’ adlı kitabını sindire sindire okumuştum. Ülkü Tamer daha sonra Gülrüz Sururi ve Engin Cezzar tiyatrosunda.sokak kızı İrma ve Keşanlı Ali Destanı oyununda oynamış 1965 yılında ( Edith HAMİLTON-MİTOLOGYA ) çevirisi ile Türk Dil Kurumu ödülünü almıştı Şiirleri ve birbirinden güzel çevirileri ile bizim bir çok yazarları tanımamıza neden olmuştu.
 
ARİF ERKİN   ( Güzelbeyoğlu )
 1962
 
İstanbul Üniversitesi Gazetecilik bölümünde öğrenci olduğum sıralar Dostlar Tiyatrosuna Mehmet Akan’ı ziyarete gitmiştim daha sonra Salih Kalyon’la konuştuk az daha erken gelseydin seni hemşehrin Arif ERKİN ile tanıştırırdım dedi.!.kendisi Dostlar Tiyatrosunu kuran beş kişiden biriymiş Mimar müzisyen daha sonra Sinemaya eğilmiş ( Umut )filmi ile Altın koza festivalinin en başarılı Müzisyeni seçilmiş Arif ERKİN’i tanımak kısmet olmadı
 
 
 ERGİN    KOLBEK
 
Halkevleri 1950 yıllarında çok partili döneme geçildikten sonra her şeyi ile Milli Eğitim müdürlüğüne devredilmiş öğretmenlerin adeta uğrak yerleri olmuştu arkadaşım Fevzi ile niçin gitmiştik şimdi tam hatırlamıyorum, tam kapıdan çıkarken ince zayıf bir genç Milli Eğitim Müdürlüğü adresine doğru gelip gelmediğinden emin olmak istiyordu …evet dedik ünlü Ressam ve Öğretim üyesi Bedri Rahmi EYÜPOĞLU’nun Akademide öğrencisi olduğunu ve PANTOMİM dalında gösteriler yaptığını Gaziantep’e bunun için geldiğini ve adet olduğu üzere Emniyetten izin almak için gittiğinde kendisinden oyunun tekstlerini istediklerini Ergin KOLBEK de tiyatrocu olmadığını MİM sanatçısı olduğunu söylemesine rağmen izin alamadığını bize yakınarak anlattı..gerçekten çok üzüntülü durumdaydı.nasıl üzülmesin Mim gösterisinin teksi mi olur.? Güzel Sanatlarda son sınıftaymış pantomim’e gönül vermiş Anadolu’da bu sanatı tanıtmak amacı ile bir çok Vilayetlerde de oynamış.. sunum olarak Hırsız-..Tuvalet.-.Trafik –ve daha bir çok mim-dram şeklinde gösterileri varmış .MİM’ in elbette ilk insandan beri var olduğu ve konuşmadan çok daha önce kullanıldığı kesin.. aynı zamanda Tiyatro sanatının da çıkış noktasıdır belki de Tiyatronun özüdür..ama çoğu zaman düşünmüşümdür Tiyatro mu MİM den yoksa MİM mi Tiyatrodan kaynak buldu diye ( bu arada Sirkteki palyaçoların mesleği ile pantomim sanatının bağıntılarını da unutmamak gerek. ) Ergin KOLBEK yaptığı .Anadolu Turnelerinde bir gelir elde edemediğini hep cepten harcadığını söz gelimi bu sanatı tanıtmak için yola çıktığını anlattığında bu anlattıklarının doğruluğundan şüphemiz yoktu...işin içine Sanat girince ona yardım etmek istediğimizi belirtmek istiyorduk ama nereden başlayacağımızı bilmiyorduk..yalnız cesaretini toplamasını içerdeki Milli Eğitim Müdürüne bize anlattıklarını anlatmasını ve okullara tavsiye niteliğinde bir yazı alabilirse Ona seve seve yardımcı olabileceğimizi ve bekli de yandaki Halkevi sahnesinde oynanmasına izin verilebileceğini anlatınca bizden cesaret aldı ona Milli Eğitim Müdürünün kapısına kadar eşlik ettik gerekirse arkamızda yardımcı olacak arkadaşlar var demesini de tembih ettik içerde yaklaşık 20 dakika kaldıktan sonra sıkılmış olarak çıktı..izin alamadım diye yakındı   yapılacak bir şey yok benim Eskişehir’e gitmem gerek dedi.. bir ihtiyacı olup olmadığını sorduk yok dedi ! otobüs terminalini sordu beraber gidelim dedik..Garaja kadar gidip oradan aldığımız bir kutu fıstık ile onu yolcu ettik..aradan yıllar geçti ..Altan CAN ve Metin TALAYMAN ile Akademide bir gurup kurarak başarılı gösteriler yaptığını duydum sevindim..daha sonra Gazetelerde Ergin KOLBEK’in Akademi damından atlayarak intihar ettiğini ve bu olayı Ferhan Şensoy doğrulayınca içim burkuldu.
 
 SARAY SİNEMASI’nda 
 CAHİTLER TİYATROSU
 CAHİDE SONKU ve CAHİT IRGAT
 TAŞRA KIZI    (Clıfford ODETS )
    4 Nisan 1962                    
                                     
 TAŞRA KIZI adlı oyun ünlü bir Aktör olan Frank ELGIN adlı tiyatro aktörünün dünyasını ve sonunda alkole yenik düşmesini konu alıyor..bu oyunu izlemeye giderken Saray Sinemasının karşısında Eski saray simit fırınının karşısında kendilerinden geçmiş halde Cahide Sonku ve Cahit Irgat fırından aldıkları birer simitle birbirinden destek sağlayıp kol kola   yürüyerek Sinema’ya doğru geliyorlardı ! oyuna zaten beş dakika kalmıştı.. üstelik makyaj yapacaklar..tabii perde yarım saat kadar geç açıldı..zamanın en parıltılı yıldızı Cahide Sonku ve o büyük aktör Cahit IRGAT için bu oyun yerinde seçilmiş tam isabetli bir karardı.. bu oyun daha birkaç ay önce Dormen prodüksiyonu olarak da oynamıştı. Oyunu izledikten sonra bunu daha iyi anladım..oynadıkları oyunun altında eziliyorlardı o koskoca Cahit Irgat replikleri unutup duraksıyor .nerede o Godoyu beklerken’ deki .. O ümitsiz Saatlerdeki Cahit Irgat..!
 
 
G.ANTEP LİSESİ ORTA OKUL I
 951-52    
Okulda şapka taşımak üst sınıflara selam vermek bunlar güzel şeyler olmakla birlikte kalabalık olan sınıfları zapt etmek için Öğretmenlerin çoğu otorite kullanmak ve derslerin önemini korku ve benzeri şeylerle ön plana çıkarmağa çalışıyorlar örneğin Matematik Hocası sınıfa girdiğinde masasına üç kez vuruyor birkaç dakika beklettikten sonra      (öğrencilere prova yaptırıp) oturmalarını istiyor sıranın gözünde arkadaşlarına teneffüste. göstermek üzere çıkardığı Meşale dergisini fark edip okulun ilk günündeYalçın Dai’ye atılan tokatın şiddetini tüm sınıf hissediyordu .
 
KISKANÇLIK MI ?
 1952
 
Türkçe kadar zevkli bir ders var mı ? İrfan Zülfikar eski hocalardan.. Tanzimat devrinde yaşayan Reşit paşanın kalem işlerini yürüten bir zat-ı muhterem gibi kibirli, emirler yağdıran ve bunların kayıtsız uygulanmasını isteyen bir yapıya sahip beklenmedik bir zamanda ve zeminde Nurullah Ataç’a ve daha bir çok yazarlara ateş püskürür onların ve onun gibilerinin bir yazın düşmanı olduğunu bizim de bunu kabul etmemizi istiyor..anlatsın anlatsın ama Nurullah Ataç şu..şu özellikleri olan biri dese bize yetecek isteyen alır isteyen almaz öğrencilerin kafasına çekiç sallamanın ne alemi var..ders kitaplarındaki yazarları kötüler şu kötü bu kötü doğrusu ortada doğru dürüst yazar kalmaz şu güzelim dersi matematiğe dönüştürmenin neresi zevkli ? zaten matematiği gözden çıkarmışTürkçe ve kompozisyon da bana göre kalıplara indirgenemezdi.. ki failatun failatun failun.mefulu.. irfan hoca haftalarca bizi bunlarla uğraştırıyor yazılılarında da ağırlığı aruz vezinlerine veriyor,bana değil bütün sınıfa bu dersi sevdiremedi.kötüleme yarışlarında başarılı ders yılının ortasında İzmir’den İrfan bey’in anlattığına göre Halim Yağcıoğlu adında bir Türkçe öğretmeni sürgün olarak gelmiş o şubede bulunan arkadaşlarımıza bu öğretmeni en kısa zamanda okul idaremize şikayet etmelerini bunun kaçınılmaz boynumuza borç olan bir görev olduğunu anlatıyor ! bu konuda bizden görev bekliyor..böylesine yanlış hiç kimseye bir şey kazandırmayan durumlar.. bir zamanlar Halim Yağcıoğlunun adını dergilerin birinde okumuştum ( Türk Dili olabilir mevsimlerle ilgili bir şiiri vardı ) hece ölçüleriyle yazılı duygulu bir şiirdi Yalçın Dai’de okumuş galiba Yalçın şairleri benden çok daha iyi takip ediyor..İrfan bey öteki sınıftaki öğrencilere Halim beyi şarap içen ayyaş bir öğretmen olarak tanıtmış.!. orada burada ulu orta şikayetler başlamış bile.!.bu arada bizim Zat-ı muhterem İrfan hoca hastalanmış uzun bir süre O güzelim Türkçe dersimiz boş geçmişti ..
 
HALİM   YAĞCIOĞLU
 1952
 
boş geçen derslerden sıkılmağa başlamıştık ki bir gün kapı aralandı çocuklar burası 1-B sınıfı mı ? önce gelenin bizim öğrencilerinin bir Velisi zannettik masaya doğru yürüdü kısa boylu kırmızı yüzlü ..benim adım Halim Yağcıoğlu İzmirliyim 1920 doğumluyum Gazi eğitim mezunuyum..arada şiir yazarım içinizde şiir seven var mı ? birkaç kişiden evet diye bir ses çıktı bu arada Yalçın Dai’yi tutana aşk olsun.hem parmak kaldırıp hem .heyecanla ayağa kalkarak ben Meşale dergisini çıkarıyorum ben de Şairim. ! Halim bey gülerek. şair olmak güzel şey herkes duygulanıp güzel şeyler yazabilir çizebilir bu şiir olur,hikaye olur.tiyatro olur, bu konuşmalar hasret kaldığım cümlelerdi, çok hoşuma gitti... Çocuklar belli ki sizinle iyi anlaşacağız.Türkçe.kitabımızdaki konuları işleyeceğiz bununla da yetinmezsek..kütüphanelere başvuracağız.bol bol ders dışında kompozisyon ödevleri yapacağız..herhangi bir sorunuz olursa her zaman hazırım..isteyenler Nakıp Sineması üst katındaki Nakıp Oteline beni ziyarete gelebilir ben orada kalıyorum, onun samimi sıcaklığına sığınarak ayağa kalkıp hocam Nakip Ali ile tanıştınız mı.?.Sizi film izlemeye davet ediyor mu deyince Tuncer KÖYLÜOĞLU makaraları koyuverip öyle bir güldü ki Halim bey de gülmeye katılarak ortamı sulandırmadan samimiyeti daha perçinleyiverdi         inanın okumaktan film izlemeye zamanım kalmıyor çocuklar. böylesine bir öğretmene can kurban...hafta sonu Yalçın Dai ile sözleştik Halim beyi kaldığı Otelde ziyarete gideceğiz ertesi gün Fikri Öztan ve Salman Özçalışkan da bize katıldı Halim bey bizi Otelin ara salonuna aldı bizim için çay istedi .arkadaş gibi sohbet ettik Yalçın getirdiği Meşale dergisini hocaya uzattı bu sizde kalabilir hocam dedi.dergiyi yalnız başıma ben çıkarıyorum uzun.uzun konuştuk sorularımızı ara ara yanıtladı..benim kompozisyonları övdü hep böyle yaz dedi.yazdığım kompozisyonun.konusu çok basitti birdenbire indiren bir yağmur yaz gününde sele dönüşür bir..bahçıvanın geçirdiği şaşkınlıkları konu edinmiştim çok ilginç gözlemlerin var aferin sana dedi kısaca güzel yıllar diyemiyeceğim ama güzel dersler geçirdik..hızımızı alamadık sinemalardan çok kütüphanelere taşınır olduk kütüphanelere zaten ilkokuldan beri gidiyordum ama şimdi daha çok gider oldum…
 
 
RESİM DERSİ
 1952
 
Resim dersine gelen Nevzat ARI hanım da ağır başlılığı otorite ve disiplin sağlama işini ön plana almış bir bayan öğretmendi. Ders yılı başında söylediği cümlelere sadık kalarak not vermekte cimri davranıyordu.. çoğu Hocalar sanki sözleşmiş gibi bu yolu tercih ediyorlardı.acaba böyle olunca daha saygın mı oluyorlardı! yoksa o zamanın şartları         Öğretmenlerin zihniyeti ve felsefesi bu gizli sırda mı saklıydı..resim olarak DNA ile ilgisi varmı bilmiyorum ailemde dayım İhsan Topuz inanılmayacak kadar güzel resimler yapardı Harp okulu yıllarında Devlet Tiyatro oyunlarını kaçırmaz Sanat olayları ile çok yakından ilgilenirdi..Şiirleri o zamanın Gaziantep Gazetelerinde çıkar, hele o Gaziantep’e Tren geldiğinde yazdığı basılı olan şiirleri ile herkesin beğenisini kazanmıştı Ömer Asım Aksoy dayım İhsan Topuz’u yere göğe sığdıramazdı..şimdi..bana gelince Nevzat hanımdan en üstün not alan bendim.. bu notu nasıl aldığımı da biliyorum Nevzat hanım sınıfta öyle çiçek Vazo koydurup resim yaptırmaz onun gözlemciliğe ve geleneğe karşı özel bir ilgisi olduğunu baştan çözmüştüm..kullandığım renkler çevremin renkleriydi sınıftaki çalışmalarım da konu olarak Alleben’de yün yıkayanları, kına gecelerini,ayaklarınıu kullanarak .parmakları arasında oklava çeviren Harat.’ı kale altında işyerinde Atlara nal çakan Nalbantı ve bunun gibi kompozisyonlar çizip kendi yöremin renklerine sadık kalarak boyuyordum...arkadaşlarım ödevlerinde ufak tefek hataları düzeltmemi istediklerinde onları kıramıyor bir iki fırça vurarak yardım etmeye çalışıyordum ama Nevzat hanım kime yardım etsem hemen anlar Cahit bu senin fırçan senin tarzın bunu sakın yapma yoksa notunu kırarım..oysa sınıfı biraz yüreklendirse iyi resim yapacakların sayısı çoğalacaktı..
 
DİĞER   DERSLER
 
Resim Hocası en yüksek notum 7 diyor onu da hak edene veririm..diğer bir Hoca At sahibine göre kişner diyor..Orta okulda çoğumuz karnesi felaketti Yalçın Dai-Zihni Çalman- -Özcan Dai -Salman Özçalışkan- Enver Tekerlek Tuncer Köylüoğlu- bunları tek tek saymam anlamsız ben de dahil olmak üzere sınıfın yarısından çoğu sınıfta kaldık notlarına itiraz edenlere hocalar benden müsamaha beklemeyin diyorlardı’’ bende Müsamahasız sınıfta kalanlardan biriydim ‘’ okul içinde sınıflar yoğundu sadece 1.sınıf tan 1a-1b-1c-1d olarak adlandırılan dört sınıf vardı böylesi bir yoğunlukta kalanların hepsi işlerinde yoğunlaşabilirlerdi Yalçın Dai Şiir kitabını çıkarmak için sıkı bir çalışmaya girdi Ben-EnverTekerlek -Salman Özçalışkan -Fikri Öztan -Zihni Çalman -İ.Hakkı Özsabuncu Tiyatro faaliyetleri içindeydik bizden ayrı olanlar da bir yerlere yoğunlamış bir şeylerle uğraşıyorlardı yalnız Tuncay Köylüoğlu ben tatilin keyfini çıkaracağım diye ayrı baş çekmişti Tiyatro çalışmalarından arta kalan zamanları Belediye Hanına giderek orada Tiyatro oyunlarını okumakla zaman geçiriyordum babam bana kaldın mı geçtin mi diye sormuyordu
 
 
İKİ SENELİKLER SINIFI
 1953 -54   DERS YILI
 
Geçen Ders yılındaki gibi Tuncer Köylüoğlu - ben - Yalçın Dai yine aynı sıradayız Öğretmenleri geçen seneden tanıyoruz gelen bize kazık kadar oldunuz akıllanmamışsınız             diyorlar adımız sanımız yok ! söyle bakalım iki senelik diye başlıyorlar sık sık dersler kesilip Müdür Muavinleri ceplerimizden çoraplarımıza kunduramızın içlerine kadar arıyorlar kim bile bile okula sigara getirir ki herkesin zulası okul dışında mağara gibi      yerlerde ( Lise’nin yukarısı öbek öbek çok sayıda mağaralar vardı ) saklıydı. .
 
SANAT OKULU MU ?
 1955
 
Gurup halinde kaydımızı Sanat okuluna aldırmaya karar verdik Sanat okulundan ayrıntılı bilgi aldık o yıllarda öğrenci sayısı az olduğundan gelenlerin nakilleri seve seve yapılıyormuş.velilerimizle açıkça konuşacaktık babama durumu anlattım uygun bulup nasıl istersen dedi... beraber gittik Sanat okulu Müdürü Mehmet   Ali DEMİR babama sanat okulunu överek’’ Sanat Altın bileziktir ‘’ gibi sözlerle okulu yüceltti ve böylece arada büyük bir samimiyet kurulmuş oldu. Müdür hemen kaydımı yaptı. aynı günlerde Yalçın Dai Tuncer Köylüoğlu,Özcan Dai, Zihni Çalman da nakillerini yaptırıp okula girmişlerdi bize okuldan birer önlük verdiler öğrenciler arasından yalnız Talat Karslıgil’i tanıyorduk( bir kaç yıl sonra Galata saray takımında futbol oynamıştı ) öğrencilerin çoğu köylerden ve çevre illerden gelenlerdi okulun atölyeleri yeni kurulmuş teşkilatlı torna atölyeleri ve yeni araç ve gereçlerle donatılmışlardı..ellerimiz eğe kullanmaktan kabarıp su topluyordu bizim gurup sanatçı ruhu taşıyan duygulu bir guruptu hepimizin pişmanlık duyduğu belliydi ama kendi ayağımızla geldiğimiz için birbirimize pişmanlığımızı anlatmağa da çekiniyorduk bir gün başka atölyenin kısım şefi birdenbire karşımda belirip öyle bir tokat salladı ki feleğimi şaşırdım   -burası senin ekmek kapın hiç tezgaha oturulur mu ? oysaki tezgaha falan oturduğum yoktu sadece yaslanmıştım
 
AMACIM KONSERVATUAR - TARATURA                                                      
 1955
 
O gün Ankara’dan Harp okulunda okuyan ihsan Topuz Dayım gelmişti okuldaki durumumu anlamak istiyordu amacımın Devlet Tiyatrosu konservatuarında okumak olduğunu ayrıntıları ile anlattım.. dayım güzel sanatlara ve Sanat’a karşı aşırı ilgiliydi isabet edersin dedi sofrada hep bu konu konuşuldu babam Tiyatro yerine ‘’Taratura ‘’diyordu bize yakışır mı sonra ne derler adama oğlum adımıza sanımıza leke mi getireceksin? biraz da suçu İhsan Topuz dayımda buldu..oğlumun aklına böyle şeyler düşürüyorsun diye..dayım yemekten sonra beni kenara çekip Devlet konservatuarı Tiyatro bölümü için Orta okulu bitirmen şart ben son durumu ayrıntısına kadar anlattım öyle ise boşluk yaratmadan Nizip’e gidelim dedi Nizip orta okul Müdürü saatçı Ziya’nın oğlu arkadaşım ben okula naklini yaptırırım
 
NİZİP ORTA   OKULU
 1955
Kilisten sonra bu ikinci seyahatım olacaktı dayım İhsan Topuz kaydımı yaptırdı.iki samimi arkadaş olarak onlar da birbirleri ile hasret giderdi ben de artık derslerime sıkıca asılmam gerektiğini anladım çünkü dayım benim orta okul sonrası Tiyatro bölümünde okumam için elinden geleni yapacağına dair bana söz vermişti..beni Nizip’e yerleştirip döndü..Nizip’de sosyal faaliyetler yoktu.. yalnız derslere çalışmak vardı..kütüphaneden başka gidebilecek başka bir yer bulamıyordum..o yıl sınıfı geçip Gaziantep lisesindeki hocalarıma bakın nasıl geçermişim diyecekmişim gibi gösteriş yapmak içimden geliyordu..biraz da Müdürümüz’ün benimle yakından ilgilenmesi sayesinde sınıfı geçtim .
 
GAZİANTEP’te   - ORTA OKULA   DEVAM
 
Orta okulda Hocaların çoğu değişmiş Halim Yağcıoğlu ayrılmış..onun yerine Celile Göğüş gelmiş resim hocası Nevzat Arı ayrılmış aritmetik - geometri ve fen derslerinden sıkıntı çekeceğim belli, çünkü temel yok... ama okulda sosyal faaliyetlerde en önde gidiyorum..Schiller’in ‘’Wilhelm Tell’’ adlı oyununu sahneye koydum ve baş rol olan Vali GESSLER’i oynadım oyun okul çevresinde   büyük yankı uyandırdı
 
 TARİH DERSİ
   1955 
                                                   
Tarih dersini seviyorum onu da evde uzanıp okumakla değil odadaki büyük aynanın karşısına geçip başıma sarık gibi bir şey sararak 1. Bayezit olur’’ 1389 da doğdum diye başlardım böylece. Tarihi yaşama dökerek öğreniyordum.. Tiyatro gibi ---çağırın bana veziri ve ulemayı..hedefim İstanbulu almak geçen seferimde buna muvafak olamadım ! ama bu sefer İnşallah İstanbulu alacağız..hadi hücum…bu sefer de olmadı İstanbulu alamadık.. başaramadık savaşlarımız nedeni ile Ekonomi de çöktü! (kapütülasyonlar) bu güç durumdan kurtulmak için Venediklilere tez haber verin Osmanlı topraklarında serbest ticaret yapsınlar buna izin verilsin unutmayın güçlenince yine savaşacağız şimdiye kadar benden başka savaş meydanında tek bir padişah olan yok. bu Osmanlı tarihinde bir ilk ! hadi yine savaşalım ileriii..kaderde esir olmak da varmış..yıllar nasıl geçiyor yıl 1403 olmuş.. artık öleceğim’’ ölüyorum. bu oyunu unutmama imkan var mı ? kafama hemen yerleşiyor hem oku..hem..oyna,.ben tarih dersini böyle basit tiyatro olarak çalışıyordum
 
ADIYAMAN 
 1956
 
EnverTekerlek Adıyaman’dan bana mektup gönderiyor, Gaziantep lisesinde tiyatro çalışmalarını da bitirmişsin naklini burayaAdıyaman’a yaptır bizim evde kalırsın yerimiz uygun..  öğretmenler G.Anteplileri çok seviyor burada onlarla sanki arkadaş gibiyiz bize olağan üstü yakınlık ve kolaylıklar sağlıyorlar. şimdiden.sınıfları geçeceğini garanti ederim..durma çabuk gel ! ehh şu orta okulu bir atlatırsam ver elini Konservatuar ne güzel olacak,hemen ertesi günü Tasdiknamemi aldım..babamı da ikna edip doğru Adıyaman’a hareket ettim öğleden sonra oraya vardım Enver Tekerlek ve arkadaşlarının olduğu evi buldum. birbirimize sarıldık..sorma dedi Sana mektubu yazdığım günün ertesi günü Müdür muavinini okulda bıçakladılar öğretmenlerin tavırları. Öğrencilere karşı birden değişti elimde tasdikname yarın gideyim mi gitmeyeyim mi diye düşünürken az sonra kapı çalındı ..kalkın arama var sigara ve bıçak arıyorlar bana sordu ben Enver’in akrabasıyım dedim az bir düşünüp hemen Gaziantep’den onu ziyarete geldim dedim..çok sert davranıyorlardı..bir paket sigara’ya el koydular N’oluyor sigara bana ait ben içiyorum diye elimi uzatıp sigaraya sahip çıktım..Öğretmenin elinden alır almaz bir tane yaktım..l Enver’e yarın okulda görüşürüz diye kapıyı çarpıp gittiler...Enver de şaşırmıştı hemen savunmaya geçti vallahi bu hocalarla hep arkadaş gibiydik ne olduysa o bıçaklamadan sonra oldu ! burada okumayı o anda bütünüyle kafamdan sildim..akşam yatakta hep düşündüm sonuçta burada benim için hayat yoktu !.tekrar Gaziantep’e dönmek de olmazdı..ama ikinci kanaat döneminin bitmesine çok az bir şey vardı hemen aklıma K.Maraş geldi..hem Gaziantep’e de yakın ver elini   Kahraman Maraş !
 
 
KAHRAMAN MARAŞ
 1957
 
 Velimi sordular Pazarcıklı Ali küçük, Babamın en samimi arkadaşı Pazarcık’ta oldukça geniş arazileri var Gaziantep’e her gelişinde bizim evde kalırdı..Velin gelsin dediler , tamam dedim kayıt işi sadece bir gün gecikti Pazarcıktan gelen Ali Küçük Velim oldu hemen işlemleri yaptırdı .Okul iyi bahçe içinde sınavlar Sinema salonu gibi bir yerde yapılıyormuş .ehhh sinemanın havası ne de olsa bana yarar..sağdan soldan öğrenciler beni uyarıyorlar Sinema biraz karanlık kitapla git !.bu demek ki kopya çekmek için zemin var demek ..ohh ne güzel.! yazılılar iyi gidiyor sınıflar kalabalık sözlülere zaman yok..asıl Tiyatro burada kitabın cümlelerini değiştirip değiştirip soğuk kanlı sakin olarak önümdeki yazılı kağıdına boyuna yazıyorum..sonuç başarılı.pek bir zorlukla karşılaşmadım..yaşasın yazılılar.!.herşey yolunda Ali Küçük gelecek yıl babana söyleyeyim de bize Pazarcığa gel bizim okul yeni açıldı Pazarcık orta okulu bizim orada bitirirsin..daha iyi olur.!
 
PAZARCIK ORTA OKULU  
OKUL BİTİYOR                                                                         
 1957-58
 
 PAZARCIK ufacık bir yer ekili alanlar pamuk tarlaları en sevdiğim Tren istasyonun çevresi sakin ve huzurlu bana Çehov’un oyunlarındaki bahçe ortamını hatırlatıyor Orta okulun mevcudu 4 kız toplam hademesi de içinde olmak üzere 20 kişi ’derslere bir Müdür bir de yardımcısı giriyor Ali Küçük bana çok yardımcı oluyor..onun arazileri ve evi çok uzak olduğu için ben Otelde kalmayı tercih ettim Velim Ali Küçük otelle konuşup bana en iyi odayı çok uygun bir fiyatla bağlayıverdi.zaten otel’e gelip giden de pek yoktu..havaların ısınması ile dışarıda sivri sineklerden geçilmiyordu.Otelde pencereler telli olduğundan rahat ediyordum..okulda sosyal çalışmalara,uygun bir zemin yoktu.çok şükür yıl sonunda Orta Okul Diplomasına kavuştum..artık Ankara’daki Devlet konservatuarına gidebilirim.
 
KONSERVATUAR   HEVESİ   İÇİMDE KALDI
 
Sabırsızlıkla İhsanTopuz dayımın gelmesini bekliyordum artık Orta okul bitmiş Diplomamı almıştım..Konservatuara giriş şartlarını ve gerekenleri ezbere biliyor.bu ikinci dayatmada Dayımın bu işi halledeceğine kesin gözle bakıyordum..Dayım geldiğinde bu kez konuyu ben açtım babam ailemizde bir taraturacı eksik sonra bize ne derler oğlum Ailemizin şerefini düşünmüyormusun sonra Dayıma dönüp bu işe aracı olmamasını rica etti..artık bu konuyu artık kaptalım dedi..
 
 
 DİYARBAKIR   ZİYA GÖKALP LİSESİ
 1959
 Konservatuar umutları tamamen tükendiğinde şimdiye kadar kaçıncı sınıfta okuduğumu bile bilmeyen Babam bana şaka yollu söyle bakalım Evliya Çelebi bu yıl hangi Şehirde okuyacaksın diye takıldı Gaziantep Lisesindeki yakın arkadaşların çoğunun durumlarını tahmin etmek hiç de zor değil, tatilde ellerinden kitapları düşürmeyerek kırkayak bahçesinde nasıl çalıştıklarını çok yakından görmüştüm tüm zorlukları biliyordum.
 
AMCALARIM ve ÇEVRE
 
 Babama.Diyarbakır’daki amcalarımı ve Hamide ninemi özledim dedim. eğer izin verirsen oradaki Liseye gideyim..önce düşünürüz dedi, herhalde sonra amcalarımla görüştü ki, birkaç gün sonra gönlümü almak için sen nasıl istiyorsan dedi..Lise kayıtları yapılacak zaman gelmişti Diyarbakır’da Gazi caddesi ‘’ Hasan amca Pastane’sini işleten (Hasan Saraç)- Melik Ahmet Hamamını(Hayri Saraç ile birlkte işleten Ahmet Saraç) Hamamın karşısındaki Örnek Otel’i de mal sahibi ve çalıştıranı olarak (Mahmut Saraç) yıllar önce Diyarbakır’a gidip yerleşen Amcalarım işletiyorlardı..Hasan amcam ile birlikte gidip Ziya Gökalp Lisesine kaydımı yaptırdım amcalarım beni paylaşamıyordu .Mahmut amcam ister evimizde kal istersen otelden sana bir oda vereyim. nasıl istersen dedi .ben Oteli tercih ettim böylece daha özgür olacağım kesindi..şehri bir hafta boyunca gezdim Diyarbakırı çevreleyen Çin seddi gibi surlarıyla çok eski bir tarihe sahip.güzel bir şehir, surların bir kısmının zamana karşı dayanamayıp yıkıldığı,bir kısmının da hava akımına engel oluyor diye yıktırılması sonucu bu bütünlüğü bozulup gitmiş caddelerinde taksi yerine faytonların tercih edildiği farklı insan guruplarının olduğu ama her şeye rağmen güzel bir Şehir İnsanları candan ve iyimser..Ulu camiye koşan insanlar mezheplere aldırmadan yan yana aynı camide namaz kılıyorlar.. ne güzel ! Ziya Gökalp lisesi biraz uzak ama ayaklarım ne güne duruyor, hem şehri yakından daha iyi tanımış olurum.
 
 
ZİYA GÖKALP LİSESİ   ÖĞRETMENLERİ
 
Okul başladı yeni öğretmenlerle tanışıyoruz..arka sırada oturanların adını sonradan öğreneceğim Mehmet Nasır ve Baha ve Cano bana hoş geldin diyorlardı.Teneffüsten çıkar çıkmaz da Diyarbakır okul ve hocaları hakkında geniş bilgiler verdiler.. sınıfta herkesin yüzü gülüyor belli ki Hocalarından memnunlar benim için fen dersleri önemli hocalar öğrenciler arasında isimleri ile değil lakapları ile tanınıyor örneğin Hallo dayı,İncir emmi..neden incir emmi diyorlar bunu sonradan anladım. adamcağızın takma dişleri artık iyice erimiş alt dudağı neredeyse burnuna değiyor belki bunun için diye düşünüyorum Cebir-Geometri dersine Hallo(Halil) bey geliyor sempatik biri konuları iyi anlatıyor ama bende iş yok..kafam almıyor beni derse kaldırdı mı tebeşir elimde sayıları yazıyorum gerisi yok.. Hallo bey gelip elimden tebeşiri alıyor sorduğu soruyu tahtada dayanamayıp kendi çözmeye kalkıyor.. arada bir değil mi oğlum? diyor, bende arada evet..evet diyorum sonunda işte bu sayı çıkıyor diye sanki problemi kendim çözmüş gibi davranmak zorunda kalarak yerime oturuyorum..ahhh doğrusu biraz temel olsa hiç bir sorun kalmayacak
 
                                            Enis Erdem Edebiyat Öğretmeni DİYARBAKIR
                                                                                         
EDEBİYAT DERSİ - ENİS ERDEM ECE
                                                        
Edebiyat dersine esmer görünümlü Enis Erdem ECE hoca geliyor..o nasıl dolu bir hoca anlatamam tüm sınıf ben de içinde olmak üzere hocayı bir an olsun yalnız bırakmıyoruz. Amerikan Tiyatrosu yazarlarını tanımıyordum bana Eugene O’neill’i öyle kısaca bir özetledi ki buna özetlemek değil işin içine iyice daldırmak denir Milli Eğitim Bakanlığı tiyatro serisinden çıkan tüm Eugene O’Neil’in oyunlarını aldım ‘’Kara ağaçlar altında’’ oyunundan başladım oyunlarının hepsinde parantez içine alınmış okuyuculara yahut oyunculara mizansenleri ayrıntısına kadar veriyordu bu benim için hem iyiydi hem kötü neden mi ? oyuncuyu pekala şartlayıp kalıplaştırabilirdi. ahhh Enis bey neler öğrendim senden neler sağol beni yetiştirdiğin için çoğu gerçekleri senin gözünle görüp öyle değerlendirebiliyorum ! iyimser her duruşu ile evrensel tam bir Cumhuriyet Öğretmeni okul iyi gidiyor futbol tutkunluğum yok oyuncuların isimlerini de bilmiyorum ama sınıfın çoğu futbolu çok seviyor peki ben ayrı mı kalacağım..Cano - Mehmet Nasır –Cemşo ayrıcaYalçın Cantürk( Deveci)onlar hep futbol hastaları onlardan ayrı kalmak olmaz maçlara isteksiz de olsa gidiyorum.Gençlik spor..yıldız spor gibi takımlar var maçlar halk kitleleri tarafından da çok seviliyor ellerinde gazetelerden kıvırılmış külahlar içinde güne bakan çekirdekleri çitleyerek maçları izliyorlar
 
 
TAKLİDİMİ    YAP
 
Enis bey sınıftaki öğrencilerden duymuş olacak ki bir dersinde bana Cahit kalk bakalım sınıfta arkadaşlarının arasında benim taklidimi yapıyormuşsun ben de görmek istiyorum deyince hiç itiraz etmeden ama hocam elinizden düşmeyen o cetvel olmadan yapamam deyince hemen cetveli bana uzatıp sıralardan birine öğrenci gibi oturuverdi..onun enerjik tavırları ve mimiklerini de öne çıkararak Enis Erdem Ece olarak sınıfı on dakika süren ciddi bir yazılı yaptım ki ancak o kadar olur..Hoca boynuma sarıldı. tebrik ederek beni bu kadar iyi bir gözlemle incelemişsin aferin..olağan üstü oynadın gerçekten olağanüstü..
 
GAZİ KÖŞKÜ
 
Amcam oğullarının hepsi de candan beni Gazi köşküne götürüyor’’ Mustafa Kemal paşa ordu komutanlığı yaptığı sırada burada kalmış’’.bu köşk Akkoyunlu mimarisi tarzı ile yapılmış insanı dinlendiren bir başka huzur veren tarafı var bu arada Amcam oğullarının         getirdikleri hepsi de lezzetli yiyeceklerle burada piknik yapıyoruz güzel günler geçiyor... Edebiyat hocamız Enis Erdem Ece hocayı sık sık görüyoruz sınıfta Edebiyat dersleri bize yetmiyormuş gibi yolda da tüm arkadaşlarla hocayı esir alıyoruz gittiğimiz yol boyu biz soruyoruz Enis hoca anlatıyor ..
 
TAHTA BAŞINDAKİ KİMDİ   ?
 
 On on beş gün geçmişti ki Enis bey aşırı bir soğuk algınlığı dolayısıyla derse gelemedi             boş geçecek dersin ilk dakikasında Mehmet Nasır ayağa kalkarak sınıftakilere hocamıza geçmiş olsun dileklerini ilettikten sonra Enis Erdem Ece olarak Cahit bize onun gibi Ders versin hem böylece konumuzu işlemiş oluruz dedi sınıftan olumlu yanıt aldıktan sonra tahtaya giderek elime Cetveli alıp onun tavrı ve mimikleri ile yeni işlenecek konumuza girdim .ta ki Cemşo’nun güldürmek amacı ile sulu bir soru sormak için ayağa kalktığı an sınıfta bir curcunadır koptu.yandaki İdare binasından gelen Müdür Muavini yıldırım gibi kapıyı açarak içeri girdi resmiyete döküp tahta başındakinin kim olduğunu öğrenmek ve acımasızca cezalandırmak istiyordu.Müdür muavini sonunda demek kim olduğunu bilmiyorsunuz şimdi görürsünüz sizleri yazılı yapacağım herkes bir kağıt çıkarıp yazsın sol köşeye kendi adınızı yazın Cevabını aşağıya yazacaksınız soru bir o tahta başındaki kişi kimdi Adı..Soyadı ? az sonra yazılılar toplanıp sayıldı.. 34 kişilik sınıf mevcudunun 33 öğrencisi bilmiyorum yazmıştı..bir kişi hariç o kişi de korkusundan Cahit SARAÇ yazmıştı..Müdür muavini bunu yazan Ahmet’i ayağa kaldırdı Ahmet aferin alacağını zannederken Müdür muavininden iyice bir papara yedi  bak koskoca sınıfın 33 kişisi bilmiyorum diye yazarken sevdikleri bu arkadaşınıza zarar gelmesini istemeyip onu kollarken sen arkadaşını ele vererek adını yazıyorsun utanmalısın derken. Ahmet başını öne eğdi..özür diledi Müdür Muavini başka bir şey söylemeden kapıyı çekip çıkıp gitti.Yaşasın Edebiyat..Yaşasın Enis hoca Onu hepimiz seviyor bir an evvel sağlığına kavuşmasını istiyorduk sınıf geçmede Hocalarımızın tiyatro çalışmalarından dolayı notlarıma olumlu etki edeceğine inanıyordum Matematikçi Hallo bey de içinde olmak üzere bizi pek fazla sıkmıyorlardı
 
 
BİYOLOJİ   ÇIKMAZI – EDA HANIMDAN SINIF GEÇMEK- ( Biyoloji )
 
 Eda hanım (Biyoloji dersi) dışında pek bir problemim yoktu tüm öğrencilerin belalısı Eda hanımın durumunu bazı öğrenciler şimdiye dek evlenmeyip de huzursuzluğuna yoruyorlardı .Arkadaşlar ile arada Ordu evi Sinemasına gidiyoruz oraya seçilmiş güzel filmler geliyor.. 
 
 
NASIR APARTIMANI
 
 Amcamın otelinde istediğim gibi yüksek sesle çalışamıyordum..Mehmet Nasır ile(Diyarbakır eşrafından) daha önce defalarca bana NASIR apartmanın alt katında boş bir odaları olduğunu istersem burada kira ödemeden rahatça kalabileceğimi söylemişti acaba oraya geçsem derslerime daha iyi çalışabilir miydim.? ancak bir hafta sonra karar verip Mehmet Nasırların Ailecek oturduğu Apartımanın altına yerleşiyorum.Amcam buna başta üzülür gibi oluyor ama sonunda onu yatıştırıyorum Nasır apartmanı okula daha yakın Artık yoğunluğu derslere verdim Cemşo (sınıfın en çalışkanlarından)ve Mehmet Nasır ile birlikte çalışıyoruz
 
 
MUHSİN    ERTUĞRUL’a      MEKTUPLAR
1959
 
yalnız olduğumda Muhsin Ertuğrul Bey’in adresine Mektuplar yazıyorum cevap gelmese bile çevremden ve buradaki Tiyatro çalışmalarımdan sık sık ayrıntılı olarak Muhsin Ertuğrul Beye yazmak ihtiyacı duyuyorum Akis dergisinde okuduğuma göre O yılların Milli Eğitim Bakanı (Devlet Tiyatrosu o zamanlar M.E.Bakanlığına bağlıydı)Muhsin Ertuğrul M.E.Bakanı Celal yardımcı’ya bazı dayatmalarından dolayı kızmış Muhsin Bey de ‘’ Ben Kavas değilim diyerek ‘’Devlet Tiyatrosu Genel Müdürlüğünü bırakıp.. şapkasını alıp gitmişti..çok üzmüştüm o günlerde ”kavas“ sözcüğünün anlamını bilmiyordum.. sonra bunun Hariciyede çalışan emir alan basit memur anlamında kullanıldığını öğrenip..olayı tahmişn edip üzülmüştüm.. O yıl. Muhsin Ertuğrul Beye yazdığım Bayram tebrikinin cevabını aldığımda sanki dünyalar benim olmuş ..havalara uçmuştum. bu arada zaman zaman amcalarımı da ziyaret ediyordum Baha Hayri Amcamı çok seviyor ben de geleyim ziyaretine diyor ! nasıl sevilmez amcam tüm ömrünü Din’e vermiş bilgili ulema bir insan..çocukla çocuk olur.her şeyi örneklerle gerekleri ile anlatırdı. Radyodaki normal sevgi üzerine okunan şarkıları kendine göre yaradan sevgisi ve hassasiyeti ile bir başka birleştirip dinler..bütün her şeyi Allah’ın varlığı ve güzelliği ile bütünleştirirdi Diyarbakır’da Din konusunda aranan ve dinlenen bir zattı. ara sıra okuldaki durumumuzu sorar ona her şeyimizi çekinmeden anlatırdık öyle sanat olaylarına açıktıktı,ki Tiyatro çalışmalarımızı oynadıklarımız oyunların konularını bile rahatça çekinmeden anlatırdık bu konularda bile değerli fikirlerini alırdık
 
 
 DİYARBAKIR’a   GELEN TİYATRO TURNELERİ
 KEMAL DİRİM ve MUZAFFER HEPGÜLER
 
Diyarbakır’a sık sık turnelerle en çok gelen Kemal Dirim ve Muzaffer Hepgüler’di Ordu evi salonunda oynarlardı..Diyarbakır’ı ve seyircilerini sevdikleri her hallerinden belliydi           Diyarbakır’a geldiklerinde en az on gün kalırlardı KEMAL Dirim komedi oynamaktan vazgeçmeyen bir Halk tiyatrosuydu . Diyarbakırda Ticari yönü ünlü çok ilginç vasıfları olan zengin ve yörenin tanınmış kişilerinin yanına gider o kişinin ve firmasının halk tarafından bilinen özelliklerini öğrenir onu komedi içinde kullanırdı bu da seyircilerin çok hoşuna giderdi..örneğin oyunun bir sahnesinde ‘’ hadi gel barışalım bak sana bilmem ne mağasından güzel bir kürk aldım ‘’ gibi bu reklam havası içinde yapılan ekleme şeylerden para alırmıydı almazmıydı bilmiyorum. Oynadıkları oyunların çoğu ‘’ Labich ‘’gibi yazarlardan adapte edilen ( Davetsiz misafir ) gibi yabancı oyunları adını kendi koyduğu-(Ayvayı yedik Behcet )gibi afişe yazdırdığı isimler altında oynardı iki ay sonra tekrar geldiği zaman aynı oyunları tanınmayacak kadar değiştirerek başka bir ad altında oynadıkları olurdu Muzaffer Hepgüler de aynı ekoldendi..Halk evlerinden yetişen bu oyuncu 1943 lerden beri İstanbul operetinde Muammer Karaca ve ses tiyatrosundan yetişmiş ünlü komedyenlerdendi, ara sıra Diyarbakır’a geldiklerinde Dilan Sinemasında da oynadıkları olurdu
 
DİLAN SİNEMASI
 
Orta doğunun en güzel Sinemalarından biri olduğu söylenirdi filmler yahut tiyatro oyunları gong sesi ile başlardı geniş bir sahneye ve rahat koltuklara sahipti Güney doğuda seçkin filmler getiren Sinemaların öncüsü sayılırdı Kız enstitülerinin yıl sonu Defileleri - Hula-hup yarışmaları burada yapılırdı Dilan Sinemasından başka Yıldız ve Yeni şehir Sinemaları vardı Dicle Sineması da tam bir Aile sinemasıydı.
 
 
TRENDEKİ     YABANCI
 1958
 
İkinci kanaat dönemi Gaziantep’den Kurtalan ekspresi ile Diyarbakır’a dönüyordum.Trende Milli Eğitim Klasiklerinden ‘’ALAİN ‘’in DENEMELER isimli kitabını birkaç sayfa okumuştum ki karşımda oturan temiz giyimli genç biri okumayı seviyorsunuz galiba diyerek başladı..evet dedim genellikle tiyatro üzerine yazılanları ve klasik oyunları severek okuyorum peki yazarın ön adını biliyormusunuz dedi kitaplarında Alain diye geçer dedim aslında yazarın uzun bir adı var dedi ve ekledi ‘’ Emile Auguste Chartier Alain ‘’ gerçekten uzun bir isimmiş dedim ..ama gerçekten güzel deyişleri var! ve anlatmaya devam etti Lounde öğretmenlik yaptı politika ile ilgilendi..Hiristiyanlığa karşı sert eleştirileri vardı.dedi .karşımdaki genç’e karşı ilgim daha da arttı. Alain felsefe öğretmeni..dedi.bir çok felsefeci yetiştirdi.başka eserlerini de okudunuz mu ? biri de Varlık yayınlarından çıkan’’ Mutlu olmak sanatı.’’okudunuz mu evet okudum ve çok sevdim dedim.daha başka eserleri de var dedi ‘’ Deniz kenarında söyleşiler’’, .’’güzel Sanatlar sistemi.’’düşünceler zeka ve tutkular ‘’ iki eserini aradım ne yazık ki be de bulamadım dedi..iyi dedim Alain’i bana tanıttığınız için Size çok teşekkür ederim kitap arkalarında ve ön sözlerinde yazar’ait herhangi bir açıklama bulamamıştım sağol bunları şimdi sizden öğrenmiş oldum ... sonra en küçük Baklava kutusundan çıkardığım baklavadan ikram ettim..nereye seyahat ettiğimi sordu Diyarbakır’a amcalarımın yanına dedim..biraz sonra kapı açıldı sevinçle içeri giren eski bir dost Ali Semiz !
 
SPORCULARLA
 
Ali Semiz Gaziantep’ten eski bir arkadaş Kale spordan gurup olarak Diyarbakır’a maç için gidiyorlarmış hadi gel bizim kompartımana biraz ötede şenlik var eğleniriz bizim takım arkadaşları çok neşeli sıkılmazsın deyince paketlerimi eşyamı aldım genç adama tanıştığımıza çok sevindim diyerek oradan veda edip ayrıldım, bu gürültülü kompartımana geldiğime binlerce defa pişman oldum ne şaklabanlıklar curcuna var..dümbelek eşliğinde neler neler sonunda Diyarbakır’a ( Lambada şişesiz yanmaz mı ) parçasıyla girdik beni taraftar olarak maça da bekliyorlar duruma bakayım dedim istasyonda yollarımız ayrıldı Diyarbakır gözüme daha bir şirin gözüktü eve uğrayıp babamın hediye fıstık kutularını amcalarıma dağıtıp doğru Okula gittim arkadaşlarımı özlemiştim ikinci kanaat dönemi orta halli gidiyor hele Edebiyat ve resim derslerini iple çekiyorum Biyoloji dersinde aynı sıkıntılılar devam derken İngilizce hocamız değişti İngilizcem pek iyi değildi ama idare ediyordum.
 
İNGİLİZCE DERSİ - GİZLİ AŞK
 
Dersimize Ayla hanım geldi güzel bir bayan hani ilk aşkınız kimdi diye Röportalarda sorarlar ya? bazıları öğretmenime aşıktım der..ben böyle şeyler okuduğumda bana ters gelir güler geçerdim.. komik ama şimdi benim başıma geldi gözlerimi onun gözlerinden ayıramıyordum..Ayla hanım İngilizce telaffuza çok önem veriyordu sınıfa teker teker değişik sözcükeri tekrarlatıyordu..mayn…mayn..mayn..ben her susuşta bilerek yavaşça mayın..mayın diyordum o..sıramın önüne geçip öyle değil Cahit diyor..dudağını bana doğru uzatarak mayn..mayn..gene ben becerememiş gibi yaparak..mayınn mayınnnnn diyerek tekrarlamasını bekliyordum dudağıma bak Cahit ! iyi bak şöyle..mayn..mayn..sınıf elbette bunun farkındaydı arada kıs kıs gülüşmeler oluyor ben tekrarlaması için bir hamle daha yapıyordum mayn..sonunda bak şimdi oldu işte diyordu başardın.! Matematik hocamız Hallo bey proğram gereği başka sınıfı almak zorunda kalmış bu benim için kötü haber oysaki sınıfımızdan memnundu neden gitti sanki !
 
 
SEDAT BEY
 
Bir gün sonra sınıfımızın kapısını genç biri araladı içeri girip.Matematik ve Geometri dersinize bundan böyle ben geleceğim..adım Sedat..inanamıyordum olacak şey değil Trende kompartımanda tanıştığımız genç adam..Matematik hocası çıksın..olamaz ! birden şaşırmış kalmıştım! daha sonra kalabalık sınıfta beni fark eder gibi oldu. sonra vaz geçmiş gibi bıraktığı konuya dönmeyi tercih etti bu kibar davranışları ve kendinden emin ciddi duruşu ile en önde oturan kızların ve tüm sınıfın sempatisini kazanmıştı..tahta başında duruşu açıklamaları ile çok etkiliydi ortada anlaşılmayan problem kalmıyordu..bir benim dışımda acı değilmi ? Geçmişten biraz temelim olsaydı..bu korkudan şüphesiz kurtulacaktım..çaresizliğimi yenemiyordum.. yok işte Cebir-Geometri benim korkulu rüyam Sedat bey’in bunu anlaması uzun sürmemişti ...ertesi günü dersinde vereceği Geometri konusunu teneffüste tahtaya çizmek üzere beni görevlendirdi ders başladığında benim kitaba bakarak çizdiğim şekiller( üçgen-Elips vs. ) üzerinde açıklamalar yaparak dersi tamamlıyordu..bu görev dışında bana pek ilişmiyordu üstelik derse de kaldırmıyordu artık beni çözmüştü..Sedat beyin bir özelliği vardı Okulda ve dışarıda ortalarda dolaştığını kimseler göremezdi,
 
LEYLİ   ( yatılı ) OKUMAK
 
 İkinci kanaat döneminin ortalarına doğru Leyli (yatılı okumaya) özendim..Leyli okuyanları yıllar öncesinden Gaziantep’te okurken merak etmiştim..Enis hocada. Diyarbakır’daki Ziya Gökalp Lisesindeki yatılı öğrencilerinin başındaydı. onlara özel yemek çıkıyor akşamları dışarı çıkmadan zorunlu olarak derslerine çalışıyorlardı böyle çalışma benim için de elbette iyi olurdu.. böylece dersleri daha sıkıya almış olurdum..hem de burada kalan Enis beyden çok yararlanırdım okul idaresinden gerekli yatılı işlemlerimi yaptırdım bundan sonra yatılıydım..yatılı olmak iyi bir duygu insan kendini okulun sahibi gibi hissediyor..hem sabahları gurup halinde kalkıp Mütalaa (gözden geçirme) dersleri tekrar etme olanağı buluyorduk.
 
BİYOLOJİK TEHDİT
 
 bu arada Biyoloji dersine de çalışıyorum aslında biyoloji ilginç bir ders ama dedim ya baştan Eda hanım sınıfa korku saldı okulda yoğun tiyatro çalışmalarımla hocaların sempatisini üzerime çekmiştim ama biyoloji hocası Eda hanım hariç biyoloji dersi sınıfta herkesin hocasından dolayı yaka silktiği bir dersdi ne diyelim arada negatif bir hoca çıkacak benim dersimden geçmek ha diye başlayıp Otoritesini bu şekilde devam ettirecek…işte sana baş belası biyolojiden yazılı yapıyor birden yanımda durdu neden yanındakine bakıp kopya çekiyorsun ?.çekmiyorum- bir de karşı geliyor ha ! benden sınıf geçemezsin kanım tepeme çıkmıştı ben Biyolojiden sınıf geçerim hem de geçer..de.bu Liseye gelirim .
 
GEÇER de GELİRİM
 
Biyolojiden de geçerim. hem de geçer ..de.. gelirim.! ve geçtiğimi de size müjdelerim.beni gelecek yıl bu Lisede göreceksiniz ama sizinle olamayacağım çünkü artık Biyoloji dersi olmayacak..tabii hemen O gün sıfırı bastı..her şey güzel ama şimdi ben ne yapacağım ? gerçekten çok iddialı konuştum galiba ! akşam yatılı kısımda sıkıntım sonsuz.. mütalaa (gözden geçirme ) sırasında Atlası önüme açtım Şehirlere bakıyorum..
 
 
 
 
 HAKKARİ’de LİSE VARMI   ?
1960
 
 İkinci kanaat döneminin ortalarına doğru Leyli (yatılı okumaya) özendim..Leyli okuyanları yıllar öncesinden Gaziantep’te okurken merak etmiştim..Enis hocada. Diyarbakır’daki Ziya Gökalp Lisesindeki yatılı öğrencilerin başındaydı.. onlara özel yemek çıkıyor akşamları dışarı çıkmadan zorunlu olarak çalışmak var Vilayetleri tarıyorum..parmağımı Hakkari Vilayetine basmışım...uzun uzun düşündükten sonra başımızdaki Enis Hocaya Hakkari’de Lise var mı diye sordum.. olmaz olur mu orası da Vilayet dedi.. böylece kararımı verdim Hakkariye gidecektim.Okul idaresinden tasdiknamemi istedim Müdür gerekçesini sordu..Babamın ticareti dolayısiyle buna mecburum dedim inandırdım..okul arkadaşlarım ile vedalaştım Sedat bey ile Enis Hocayla..İngilizce.ve diğer hocalarla yalnız Eda hanım biyoloji hocası dışında .tek tek vedalaşıp ayrıldım babama duygusal bir mektup yazarak yer değiştirmemin ayrıntılı gereğini açıkladım.!
 
HAKKARİ’ DE     OKUMAK
1960
Mevsim kış hedefim Hakkari..Van’a kadar.o bozuk ürkütücü yollardan geldik.Yolda ciddi bir kaza geçirdik öyle çarpışma falan değil araba kayarak ciddi şekilde yan yattı..baktım şoför bir şey olmamış gibi davranıyor ben Şoförden fazla aldırmamış gibi hatta biraz da uyuduğumdan farketmemiş numaralarına yattım neyse sonuçta Vana geldik.Van’dan Hakkari’ye gidecek Otobüsü soruyorum ne otobüsü dediler..oraya kamyonla gidilir belki yarın bulursun bir ara Van da burada mı karar kılsam diye düşündüm akşam baktım ki yediden sonra ortalarda kimsecikler yok hava buz kesmiş sonra bu kararımdan vazgeçtim
 
HER    VİLAYETİMİZ    -    VATAN TOPRAĞIMIZ
 
Öğleye doğru bir kamyon buldum.. şansın varmış dediler.. içime pijama da dahil üst üste neyim varsa giydim çok soğuk arada bir hay kafam hay diye kendimi suçluyorum ,sonra toparlanıp burası da Vatan toprağı değil mi? diye kendi kendimi teselli etmeye çalışıyorum kamyon üstündeyim yollar daracık kıvrım kıvrım karşıdan gelen vasıta yok gibi vasıta olsa bile biri gözeneğe girip öylece geçiyor kamyon kıvrıla kıvrıla yılan gibi gidiyor ama benim içim kalkıyor saatler sonra Hakkari girişinde kamyon şoförü kenara çekiyor yüzüne bakıyorum adam ne bakıyorsun der gibi geldik işte diyor buraya kadar..hemen yokuştaki kahveden içeriye kendimi atıyorum ocaktan sıcak bir çay istiyorum yanımdaki oturan yüzünü bana dönüp tayin mi diyor onun gibi bir şey diyorum adam yakınıyor burası yokluk   Radyo bile çekmiyor haberleri takip edemiyoruz cebimdeki gazeteyi görüp baka bilir miyim diyor! uzatıyorum adama bir çay..bir çay daha içip kalkıyorum çaycıya şehir merkezini soruyorum buradan başlıyor diyor dışarı çıkıyorum şehri tanımam on dakika sürüyor sağda hükümet merkezi denen orta halli bir bina lokantayı soruyorum geride kalmış..Otel benzeri bir şey de göremedim ilerde sağda bir hapishane var Liseyi soruyorum..kireç boyalı bir binayı gösteriyorlar bakkal arıyorum biraz daha ilerde diyorlar.. bakkala giriyorum içeride birkaç naylon ayakkabı dolapta ekmek, otlu peynir o kadar hemen oteli garanti etmem gerek neredeyse hava kararıyor otel inanılmayacak kadar ucuz.Odaya geçiyorum elektriği yakıyorum o da nesi ampulün yalnız telleri kızarıyor etrafa   mum ışığı kadar bir ışık veriyor sabah ola hayır ola.!
 
 
OKUL’a     KAYIT    -    OKUMAK İSTİYORUM
 
 Sabah nakil evraklarımı alıp okula gidiyorum hayatta bu kadar rastlantı olur mu kahvede benden gazete isteyen adam Lisenin Müdürüymüş neden Hakkari’ye geldiğimi soruyor Tiyatroculuk tarafım tutuyor düşünmeden Annem babam yok tatillerde İstanbul’da gazete satarak geçiniyordum ..sonra Diyarbakır da okudum orası çok daha pahalı o kadar içten söylemişim ki kendim bile gazete satıcısı olan kendime acıma hissi duyar gibi oldum.. bana Hakkari’nin çok ucuz olduğunu söylediler -hayat pahalı ben okumak istiyorum. Müdür peki burada tanıdığın biri var mı diye soruyor.boynumu büküp hiç kimsem yok               diyorum..adamcağız öyle inanmış ki olmazsa Velin ben olurum deyip beni hemen sınıfa yolluyor..sınıf on bir kişi..bir kaç kişi babalarının tayini dolayısı ile gelmiş..diğerleri Türkçeyi kafasını gözünü yararak konuşuyor..onlar da Türkçeyi Askerden dönen Ağabeyleri ya da yakınlarından öğrenmişler okulda iki öğretmen var Müdürümüz ve eşi..Müdür akşamları can sıkıntısından Otele bana uğruyor sohbet ediyoruzİ ne zaman İstanbul’dan bir şeyler sormaya kalksa sözü Diyarbakır’a getiriyorum çünkü İstanbul’u henüz görmemiştim İstanbul ve Diyarbakır güzel ama çok pahalı hele Diyarbakırda Havacıların ve ailelerinin çok oluşunun da pahalılıkta rolleri olduğunu söylüyorum uzun uzun Hayattan sayfalar olarak ona Dramatik dokunaklı şeyler anlatıyorum Müdür beni onbeş gün sonra Biyoloji dersi. yazılı sınavına çağırdı beni ayrı bir sınıfa aldı kitabı açarak bana beş adet soru yazdırdı...kitabı masanın üzerine koydu dersin içinde apar topar içeriye hademe girdi şu musluk işi ne olacak diye.!. bu arada Müdür ve hademe su işini halletmek için birlikte dışarıya çıktılar masaya doğru uzanıp yavaşça kitabı aldım kitabın sözcüklerini aynı olmasın diye değiştirerek yazdım beş soru da bitmişti..kitabı tekrar masaya koydum yarım saat sonra Müdür gelip önümdeki yazılı kağıdımı alıp çıktı ertesi günü Biyoloji dersinden geçtiğimi öğrendim.. ne olacak. Biyolojiden geçtim elbette hadi işim bitti demek olmazdı.
 
İSTANBUL’dan YEDEK ÖĞRETMENLER    GELİYOR
 
İkihafta sonra Hakkariye İstanbul bölgesinden yedek öğretmenler geldi Askerlikten sayılan yedek öğretmenler guruplar halinde çukurca,,yüksekova,Şemdinli ilk okullarında öğretmen olarak görevlendirilmişlerdi orada Askerlik yapacaklardı bu İstanbul bölgesinden gelen yedek öğretmenler daha önceden açıklanmış olacak ki herkes un çuvalları - şeker vs.erzakları ile gelmişler buralarda rakım yüksek köylere dağılıp vazifelerine başlamadan önce çoğu hasta oldu rakım değişikliği yüzünden burun kanamalar falan çoğu Hastalıktan döküldü..o ara kısa bir tatil vardı galiba Müdür çukurca yüksek ova Şemdinli gibi yerleri merak ediyorsan onlarla beraber gidebilirsin dedi bu biraz da benim işime geliyordu tek düze burada yaşamaktansa bir yerler göreyim istedim bir gurup yedek öğretmenlerle birlikte yola çıktık Cilo dağları çok ilginç yöreleri avuç içi gibi bilen yerel kılavuzlar bizi götürüyor hele’’zap suyu ‘’ boyunca aşağıda gördüğümüz köylerde yaşayanlar çok fakirdi şurada evlerinin kilimlerini yıkıyor birkaç metre aşağıdakiler aynı suyu içiyorlardı köylerdeki insanlar arasında Türkiyede Şah’ın idaresinde yaşadıklarını zannedenler bile çıkıyormuş Türkçe bilenlerin çoğu askerlik yapıp köylerine dönenlermiş çoğunluk yerel dillerini kullanıyor her uğradığımız yerde görevli öğretmenler kendi bölgesine teslim ediliyor..her geçtiğimiz yerde birlikte geldiğimiz yedek öğretmenler biraz daha azalıyor kılavuz bizi sık sık uyarıyor katırlara ben söylemeden binmek yok.Katırların bastığı yere basın diye zaman zaman önemle uyarıyorlar hep katırların peşinden gidiyor onların bastıkları yerlere basıyoruz
 
HASAN   ŞİMŞEK
 
Kılavuzun anlattığına göre Hasan ŞİMŞEK (Varlık yayınlarında yazar) Öğretmen müfettiş olarak görev yerine giderken katıra binip kendi idare etmeye kalkmış ne yazık ki zap suyuna düşerek hayatını kaybetmişti ! bu haberi daha önce’’ Varlık Dergisinde’’ de okumuştum bunu hatırlayınca kendime biraz daha çeki düzen verip, katıra daha sıkıca tabii oluyorum ,zaman zaman kılavuzlar uygun yerlerde Katıra binmemize izin veriyorlar zap suyu boyunca bir çok köye girip çıktık bu yörelerin halkı çok içten ..sıcak.ve samimi ama otlu peynir ve ekmekten başka da ikram edecekleri şeyleri yok Şemdinli’ye uğradık görevli öğretmenlerin dağıtımı bittikten sonra orada iki gün muhtar odasında dinlenip sonra kılavuzlarla Hakkari’ye geri döndük Müdür akşama doğru bizim geldiğimizi duymuş olmalı ki Otel’e uğradı gördüklerimi anlatınca kötü mü bak hayatın gerçeklerini daha yakından tanımışsın dedi
 
P.T.T    HAKKARİ
1961
 
Babamdan bir kaç gün sonra bir Telgraf aldım iyi ki telgraf çekmiş çünkü benim yazdığım mektup iki hafta sonra eline geçmiş bana P.T.T ile 70 lira yollamış bu para bana 2-3 ay yeter parayı almaya postahaneye gittiğimde şimdi paralarının olmadığını söylediler dört beş gün sonra etraftan bir yerlerden bulup parayı biraz gecikmeyle ödediler...yeme içme otlu peynir ekmek’ten usandım diye şikayet edince Müdür beni Ordu evine götürdü birlikte yemek yedik sonra beni Bahri yüzbaşı ile tanıştırdı o günden sonra yemekleri hep orada yedim Ders yılı sonunda karnemi aldım iyi ile geçmişim bir kaç gün sonra gidip Müdürü buldum ben artık gideceğim dedim bana gücenmiş gibi gelecek yıl çalışıp buraya gelecekmisin dedi ben senin yerinde olsam şurada bir yılın kaldı liseyi burada bitirirdim diye tekrarladı seneye gelecek misin ? boynumu büküp bir mani çıkmazsa gelirim dedim öğleye doğru Van’a gidecek bir kamyon varmış hemen eşyalarımı toplayıp kamyonu buldum ver elini Van oradan doğduğum şehir Gaziantep !
 
GAZİANTEP’e DÖNÜŞ
 
Gaziantep’e döner dönmez Ailem ile birkaç gün hasret giderdikten sonra arkadaşları toplayıp Gençlik Tiyatrosunun çalışmalarına geri döndüm bu arada yaklaşan Ders yılında Liseyi Gaziantep’te bitirmem konusunda ısrar ediyorlardı ama ben çoktan Amcalarıma Mektup yazarak yine Diyarbakır Ziya Gökalp Lisesine kayıdımı yaptırmak için (Biyoloji Hocasına bu dersten geçip geleceğime söz verdiğim için) Amcalarıma güveniyordum
 
DİYARBAKIR   LİSE SON DİPLOMAYA DOĞRU
 1961
 
Gaziantep dönüşü Ahmet amcam beni yanına alarak birlikte Diyarbakır’a dönüyoruz Hacı Ahmet amcam katı diyemiyeceğim ama görünüşü ve sert yapısı da öyle Hayri amcam gibi evrensel görüşleri yok o derya gibi birbirine hiç benzemezler Hacı Ahmet amcam fazla konuşmaz trende ellerimi nasil birbirine kenetledimse hemen günah ellerini öyle Hiristiyanlar gibi yapma dedi bunun gibi çoğu şeyleri günah anlayışına bağlıyor.tren’in yavaşladığı yerlerde da zaman zaman çocuk gurupları gazete gazete diye bağırıp gazete atmamızı bekliyorlar..tren sık sık durup lokomatif için su alıyor..o arada satıcılar kompartımana akın edip cam kapıları arkası arkasına sert biçimde açarak simit..içli köfte lahmacun gibi şeyler satıyorlar elbette Gaziantep’in içli köftesi ve lahmacunu gibi olmadığı kesin ekmeğin üzerine biraz salça ve soğan o kadar n’olacak yolcular zaten gelip geçici onlar da bunun farkında , belli ki trendekilerin çoğu Asker belki kıtalarına gidiyorlar ya da terhis olmuşlar..koridorlarda çorap ve sigara dumanı ile karışmış ağır bir koku var arada koridorlarda yerde yatanlar bile var buna rağmen satıcılar ortada çekirge gibi üzerlerinden atlaya sıçraya geçiyorlar ne yaparsın ekmek parası..! amcam uyukluyor sıkıcı ve çekilmez bir yolculuk sonunda Diyarbakır’a varıyoruz pastahane işleten Hasan amcam ile ertesi gün Ziya Gökalp Lisesine gidip kaydımı yeniledim bir hafta sonra okul açılıyor oldukca heyecanlıyım.               
 
 
DEĞİŞEN   HOCALAR
 1961
 
bu arada Sümerbank Yemekhanesi salonunda geceleri güzel filmler oynuyordu ben Kağıt oyunu falan bilmem onun için Lokalden pek hoşlanmıyorum lojmanın kızları Baha’nın peşindeler bizi top oynamaya davet ediyorlar birlikte açık sahada top oynuyoruz Lisemizin en iyi basket oyuncusu Eşfak geliyor bizi yemeğe evlerine davet ediyor yemeklerimizi balkonda yiyoruz kısacası hafta çok çabuk geçiyordu
 
SÖZÜMDE DURDUM-
 BİYOLOJİ HOCASI   EDA HANIM ile İLİŞİĞİM KALMADI
 
mutluyum çünkü Diyarbakır’a döndüm.. artık Biyoloji dersi yok ! okulun ilk açıldığı gün doğru Eda hanımı Okul bahçesinde bulup hemen müjdeyi veriyorum sözümü tuttum Biyolojiden geçtim şimdi üst sınıfa devam ediyorum.. diye reverans yapıp hemen yanından ayrılıyorum.nasıl olsa artık Eda hanımla Medüz, Popülasyonlar, Mitoz’lar konuları ile işim bitti.biraz insaflı olsaydı ne işim vardı Hakkarilerde orada burada derslere girdiğim ilk günü anladım ki matematik hocalığından çok Felsefe hocalığına yakışan genç Sedat bey okuldan ayrılmış dahası var Edebiyatçı Sevgili Enis erdem Hoca da Müdür olarak terfi alıp Antalya’ya tayin olmuş..o da yok! onun yerine eski millet vekillerinden Yusuf Azizoğlu diye yaşlıca bir bey geliyor sohbetleri çok güzel söylediklerine göre para için değil, Müdürün hatırı için geliyormuş samimi tatlı dilli elbette Edebiyatı sevdiği bundan iyi anladığı belli evdeki kitaplarından bahsediyor bize bol bol öğütler veriyor Ayla hanım ile İngilizce iyi gidiyor aramız çok iyi...Halil beyle hep bir köşeye büzüşmüş hallerim onun gözünden kaçmıyor Geometriyi hiç anlamıyorum vay Sedat bey vay gidecek zaman mı buldun?
 
MÜBAREK   EL
 
bu arada Diyarbakır Şehri yeni bir haberle çalkalanıyor..toprak altından çıkan yüzlerce yıllık mübarek bir el bulunmuş hem kılları bile canlığından hiç kaybetmeden.. herkes bunu konuşuyor bu mucizeyi görmek.. dua etmek için herkes can atıyor bu haberin doğrusu ancak on..on beş gün sonra aslı ortaya çıktı..yakında bulunan hastaneden toprağa gömülen ameliyatlı bir Hasta’nın kesilen eliymiş !
 
YAĞMUR DUASI
 
O yıl yağmurlar Diyarbakır’a gerçekten az yağmıştı kıtlık tehlikesi olacak diye yağmur duasına çıkacaklardı eskiden beri bunu merak eder dururdum Diyarbakırdaki hocalar birleşmişler bu haberi gazeteden okur okumaz ilgimi çekti daha evvel hiç böyle bir şey görmemiştim katılmağa karar verdim ellerimiz açıldı hocalar da uzun uzun dualar ettiler topluca dualarımızdan sonra gerçekten hava birden kapanıp ortalık karardı.yağmurlar yağmaya başladı bu olağan üstü mucizeyi de o yıl kendi gözlerimle görerek inanmıştım
 
 
GÜRCÜ BACI
   1961 – 62
 
Diyarbakır’da hep Gürcü bacıdan söz edilir anlattıklarına göre Adnan Menderes’in Diyarbakır’a her gelişinde Gürcü bacıya fal baktırmadan bu şehirden gitmediği söylenirdi şöhreti sınırları aşmış ben de Diyarbakırdayken şu falıma baktırsam mı acaba? en azından şu okul durumum N’olacak Diplomaya kavuşabilecekmiyim ? falcı Gürcü bacının oturduğu yeri öğrendim faytona atlayıp evine gittim kırık dökük ama büyük bir ev iki bacı birlikte oturuyorlarmış beni aşağıda oturan bacısı karşıladı adımı soyadımı sordu söyledim neye baktıracaksın ? geleceğim hakkında dedim yukarı çıkmamı söyledi Gürcü bacı yukarda elimi suya batırttı..başladı anlatmaya kağıdın defterin çokça olduğu yerdesin hele bir yere saplanıp kalamamışsın ya orada ya buradasın epeycene zorlanıyorsun işin vakti değil gene yakın bir yere yol var bu sefer sanki işin hallolacak. ama peşinden bir yolculuk daha yapacaksın ilki öyle ırak sayılmaz ama gene memleketin içinde yakın yerde.. ikincisi yol çok uzak sanki bir yaşlı Padişah yol ağzında sırtını tapışlıyor uğurluyor mu itiyor mu bilmem ne desem şöyle sanki gavur memleketine bir yere varacaksın vardığın yerde epey kalacaksın kağıt kitap gene eksik değil hemi de ahali ile olan bir şeylerle harıl harıl uğraşıyorsun sanki pazarcı olur ya onlar gibi bir şeyler anlatıyorsun tepede lamba şişeleri gibi ışıldayan bi şeyler var arada karanlık da var lambalar da ustalaşıyorsun ne deyim ben büyüdüğün doğduğun yere elindeki lambaları taşımaya niyetlisin çıkınlar var çok dolu çıkınlar.. her bir şeyi oraya çıkınlayıp öte yanına saklamışsın heee çıkındakileri sanki memleketine açmışsın ooo içinde ne çok öteberiler var ben deyim sana oğlum onlar senin kadrini bilmeyecekler boşuna ama nihayetinde ellerini başlarına vuruyor nedamet getirip ahirinde pişman oluyorlar hepisi sanki ne halt ettik deyip yüzünü sallandırıyorlar..yani ne deyim yavrum öyle böyle değil çok pişman olacaklar..yüreğin ferah elbet bu hallere üzüleceksin elindeki çıkını toplayıp sonra başka yerlere daha iyicene yerlere açacaksın onlar senden fayda görüp sana dua edecekler.bu iyi..- peki dedim okulda geleceğim iyi mi kötümü sen bana onu söyle ! ya oğlum sen beni heç mi dinlemiysen evvel memleketin bir yerine gideceksin ondan sonra da esas gavur memleketine..ben biraz sözlerine ilgisiz kalınca bana bakıp hemen sözlerini bitirdi .Padişahmış.…gavurmuş..çıkınmış saçmaladı.durdu..Gavura nerden gideyim ben attı işte bir kaç kuruş almak için ne palavralar atıyor..hepsi para için. !
 
AYLA HANIMI YOLCU ETMEK
 
birinci kanaat dönemi bitiyor Ayla hanım da İstanbul’a tayinini istemiş..ne şanssızlık.daha sonra Ayla Hanımı trenle Gardan yolcu etmek üzere kırmızı bir gül aldım bir pakette amcamın özel baklavasından yaptırdım (amcam üç çeşit fiyatla farklı baklava çıkarırdı..askere ayrı- dükkana ayrı - bir de -özel baklava) tren istasyonunda ayrılmamız hem romantik hem duygu dolu oldu çantasından çıkarıp bana bir Kartpostal fotoğrafını hediye etti.ve trenin kalkış düdüğü ..o fotoğrafı daha sonraları G.Antep’de evimizin vitrinine koydum.. soranlara tanıdığım bir Artist diyordum.
 
 MEKTUPLAR    ve   MALATYA’ya   DAVET
1962 
                                                                            
Gaziantep’deki yoğun Tiyatro çalışmalarından sonra Aslan Alp (daha sonra İzmir T.R.T proğram Müdürü ) Yavuz Ercan (daha sonra Dil Tarih Fakültesinde profesör -Dilaver Uyanık( Erzurum T.R.T Radyo spikeri olacaklardı) yoğun tiyatro çalışmalarına girmişler beni de hemen aralarında görmek istiyorlar devamlı mektuplar geliyor ısrarların arkası gelince düşündüm onları kırmak olmazdı tasdiknamemi alıp Malatya’ya geldim. Sophokles’in Kral Oidipus oyununa başlamışlardı Ersin Talu.Vahit Akdeniz, Ümit Akınç, Nurol Serap, Uğur Turgut oyunu Dilaver Uyanık sahneye koyuyor onları bulunca hemen oteldeki yerimi ayıracaktım ki Aslan Alp kolumdan tutup öyle şey olur mu benim evde kalırsın dedi..beni ikna etti Halk Eğitim Merkezi ‘nde çalışıyorlar hemen beni Halk Eğitim Müdürü Mehmet Kabasakal ile tanıştırdılar o yaşına rağmen o da Sanat çırpınışları içine girmiş hemen beni aralarına kattılar çalışmalar yoğundu bana gelince orada Tiyatro dersleri veriyordum.Sophokles’in oyunundaki kahinTheresias rolünü de birlikte yürütecektim gurubumuz tamamen profesyonel oyunculardan kuruluydu.
 
FİKRİ ÖZTAN
G.Antepte faaliyetlerde bulunduğumuz sevgili arkadaşım Fikri Öztan da oradaydı buna çok sevinmiştim. günler provalar ve dersler çok yoğun geçti oyun İstanbul Sinemasında kapalı gişe 2 ve 3 temmuz da Malatya seyircisine sunuldu  
                                                                        
 
                                                                                             
MALATYA HALK EĞİTİM MERKEZİ   TİYATROSU
KIŞLIK İSTANBUL SNEMASINDA
 
KRAL   OİDİPUS     ( SOPHOKLES )
 2-3- Temmuz- 1962
 
 
YAZAN.SOPHOKLES        
 MÜZİK: Nevit KODALLI
Sahneye koyan .:   Dilaver UYANIK
                  
Rahip……………………..     Mehmet KABASAKAL
Oidipus……………………   .Dilaver    UYANIK                                                 
Kreon………………………   Yavuz ERCAN
Theresias……………………Cahit SARAÇ
İOKASTE…………………     Nurol SERAP
Korinthos’lu haberci             Fikri   ÖZTAN
Laios ‘un Kölesi…………      Osman KÖLÜKOĞLU
Haberci   …………………     Aslan ALP
 
         Koro:    İlker ARICAN…………….Ersin TALU
                      Ümit AKINÇ …………… Yalçın ÖZKUL
                      Nıyazi ÖZAK………     ..Vahit AKDENİZ
                      Uğur TURGUT………     Osman MUŞUL
 
          Reji asistanı : Aslan ALP  
          Dekor:    Ahmet ÇOLAK      
          Işık: Foto Yücel F.Gündoğdu Işık
 
Kral Oidipus Dünya ve Yunan tiyatro edebiyatının en ünlü Trajedisidir Milattan 4O0 yıl önce büyük Trajedi yazarı SOPHOKLES tarafından yazılmıştır. Trajedi kahramanlarının bir çoğunun Tanrısal vasıfları vardır çok Tanrılı devirde kaderin oyuncağı olmuş,suçlarıyla bir memleketi felaketlere sürüklemiş ve bütün çabasına rağmen kaderinin çizdiği yoldan kendisini kurtaramamış bir kralın hikayesidir. bu trajedinin içinde acı gerçekleri ve insan oğlunun alın yazısı değişmezliğini vurgulamaya çalışılıyor
  
                                                              
 
 
DEVLET TİYATROSU (Cengiz Hanın Bisikleti) (Refik Erduran)
 TEKİN AKMANSOY – SENİHA BERKSOY
 
Malatya turnesine gelen Devlet Tiyatrosu Sanatçıları buraya gelir gelmez oyunumuzu izledi..Tekin Akmansoy ve Seniha Berksoy ancak bu oyun bu kadar güzel oynanır diye bizi tebrik ettiler ama iş olsun diye değil ! sahne sahne inceleyerek oyunumuzu neredeyse Devlet Tiyatrosundaki oyunla eşdeğer bulmuşlardı iki gün onlarla birlikte olduk eski Malatya’ya gidip tarihi yerleri gezdik Seniha BERKSOY ‘un müthiş bir ÇİNİ merakı vardı.
Seniha Hanım bize Almanyadaki günlerini Tiyatro tecrübelerini aktardı bize nefes alma tekniğinin sırrını veriyordu tekniğin adı...Balon’muş Seniha hanım karşımıza geçip iki kollarını yavaş yavaş yukarı kaldırarak burundan yavaş yavaş nefes al..al..al biz kıpkırmızı patlayacak gibi oluyorduk şimdi ağızdan ver..ver..ver ! yıllar sonra Almanyada bunları profesörüm Badenhaus’a anlatınca bana gülmüştü.. bu zorlama tekniğin çok yanlış olduğunu daha sonra Üniversitede anlamıştım.. Malatyada okulda durumumuz iyi sayılırdı Tiyatro konusunda Hocaların gözünde iyice ünlenmiştik ortada Matematik dışında zorlandığım ders kalmamıştı..        
 
TURAN   EROL- RESİM DERSİ
 
Resim dersine Turan Erol geliyor..dört dörtlük derler ya, öyle bir Hoca.. ta kendisi O zamanlar pek tanınmıyordu 1980 yılında Devlet Güzel Sanatlar ödülü alan 2001 yılında Devlet Güzel Sanatlar Bedri Rahmi Atölyesinden mezun olarak Türk ressamları arasında sayısız ödülleri olan değerli bir Ressam Turan Erol...siyah Beyaz Portremi çizmiş bana imzalayıp hediye etmişti onu bu gün bile saklarım..
 
 
ATİLLLA TAZEBAY –ORDU EVİ
 
Malatyada bir süprizle daha karşılaştım G.Antepten dostum Atilla TAZEBAY’da oradaydı onun tanıştırdığı Edebiyat dünyası ile iç içe gerçek bir arkadaş daha edindim. adı Mehmet ARIKÇI..şiirleri olağan üstü..hikayeleri de öyle Attilla’nın eniştesi Askeri Hakimdi Atilla Tazebay ordu evinin geleneklerini iyi biliyor olmalı ki bizi hep ordu evine davet ediyordu garsonlara oğlum şuraya ortaya bir salata şunu..şunu getir..bir de votka..bunları öyle emrederek söylüyordu ki hiçbirimiz böyle bir şeyi kıvıramazık ! durumu biraz da yadırgayarak Fikri ÖZTAN ile birbirmize bakıyorduk..Atilla buranın kurdu olmuştu o kadar bizim gibi genç bir Öğrencin bu kadar inandırıcı oluşu Atilla’nın istekleri karşısında baş üstüne komutanım diye Askerin topuk çakışı görülmeye değerdi, bir ara Atilla’yı neden Tiyatro gurubumuza dahil etmedik diye düşündüm sonra bunun cevabını yine kendim verdim bu işe ayıracak zamanı yoktu da ondan ..derslerimizin yoğunlaştığı günlerde Aslan Alp’i kırmadan Postahane civarındaki Otele geçtim.
                                                                                                   
Malatya Savaş  oyunundan bir sahne Mehmet Arıkcı- Cahit Saraç 
 
MEHMET ARIKÇI                                                   
 
burada Mehmet Arıkçı ile birlikte derslere çalışıyorduk ama Halk Eğitimdeki Tiyatro çalışmalarını da aksatmadan yürütüyordum Malatya’da umduğumdan fazla güzel bir dost çevresi buldum Cevdet Fenercioğlu-Ümit Çubuker-Salo- Vecdi Köprülü -Muhsin Erdoğan- okulun ilerisinde Kernek suyu vardı Malatyanın buz gibi suyu kayısısı ve kirazı .çok güzeldi arkadaşlarım Fikri Öztan- Atilla Tazebay-Mehmet Arıkçı hepsinden daha güzeldi hep birlikte Sanat ortamında çok güzel Sanat ile iç içe günlerimiz geçti
 
 
 SINAVLAR
 1962
 
birkaç gün sonra bitirme sınavlarına girecektik sınav kurul karşısında Pazartesi günü sözlü olarak Matematik dersi ile başlayacaktı ne yapalım sonunda elbette..bir gün bu okul bitecekti önce cesaretimi toplayıp matematik hocasının evine gittim hayrola dedi açıkça durumu anlattım Liseyi bitirince tiyatro’ya devam edeceğimi biliyordu affınıza sığınarak sınavda acaba neler sorarlar diye başladım..hemen hemen kitaptakileri dedi yanımdaki kitabı çıkardım sonra yüzüme bakıp benden bir kalem istedi yalnız üç sorunun üzerine çarpı koyup kim bilir belki bunlar da olabilir dedi teşekkür edip ayrıldım bu konuda uzman olan Mehmet Arıkçı’nın kendi olanakları ile inşa ettikleri tek katlı evlerine gittim şu soruları bana çözer misin dedim formülleri ile üçünü de çözüverdi.hemen Otele geldim bir türlü sorular kafama girmiyor ezberleyemiyorum..sınav günü geldi çattı çaresiz avucumun içine üç sorunun da çözümünü sığdırdım içerde tahta başına geçtiğimde aynı sorular çıktı tebeşir bir elimde kara tahta silgisini ustaca öteki elime alarak çaktırmadan tahtaya yazıyorum birinci soru tamam.. ikinciye başladım hocanın gözü hep bende yapma yahu şunun şurasında üç soru ezberler insan.. der gibi bana bakıyor.. üçüncü sorunun ortasına geldim hoca yanındaki üyelere bakıp bana dönerek aferin yeter çık artık dedi! derin bir ohh çektim daha sonraki derslerin sınavlarında pek zorlanmadım .
 
SONUÇ
Milli Eğitim Bakanlığı Lise Diploması: Malatya Lisesi Diploma no:837 20.9.1961-62 Milli Eğitim Müd. Vahit Yılmaz Okul Müdürü Şerafettin Mert oğlu
 
 
ANKARA D.T.C.F   - KÜTÜPHANECİLİK   BÖLÜMÜ
 1962
Orta Okul ve Lise öğrenimini G.Antep­ Nizip- K.Maraş- Pazarcık -Adıyaman- Hakkari -Diyarbakır- Malatya’da okuyarak bir bakıma mecburi hizmetimi tamamladım. Yurdu tanıma turnesi sonunda Malatya Lisesinde eğitimimi tamamlayarak Lise Diplomasına hak kazanmıştım. artık ailemi üzmeden Üniversitede başarı ile okuyarak iftihar ile bitireceğim bir bölümü seçmek en doğrusu.diye düşündüm. Ailemin karşı olduğu Tiyatro öğrenimi gerçekleşmediğine göre Kütüphanecilik tam bana göreydi! düşündüm taşındım Fen Cebir Geometri - ile hiçbir ilgisi olmayan tamamen açık bir alan.. bundan dolayı Kütüphanecilik bölümü benim için yüzde yüz Üniversiteye girip başarı ile kazanıp-bitirmem demekti.
 
YAYIN EVLERİ
 
Türkiyede’ki Yayınevlerini (Remzi Kitabevi-Kanaat –Varlık-Yedi tepe- S.H.D yayınları-Hilmi Kitabevi -M.E.Bakanlığı Klasikleri ve modern Tiyatro yayınları - Dost yayınları ) O zamanlar bu günkü kadar çok yayınevi yoktu ! Dünya yazarlarının büyük kısmının hayatını ve eserlerini çok iyi biliyordum yayınevlerinin çıkardığı kataloğlarını takip edip yazarların yapıtlarını ezbere hatta sırasına göre sayabilirdim..hele Milli Eğitim klasiklerini Gaziantep’te olduğum sıralarda Halkevi karşısındaki Hüseyin GÜL’e hemen her gün uğrardım.. Hüseyin bey kimseleri tezgah arkasına sokmaz ve raftaki kitaplara hiç el sürdürmezdi ama bana gelince iş değişir çünkü ben aldığım Kitapları okşar gibi aynı hizada aldığım yere tekrar itina ile koyardım bir gün depo kapısını açık.görmüştüm..bu bölümünde çuval içinde gördüğüm C.H.P yayınlarının Yayınevi Merkezine devredilip iadesini dinlemeyip Hüseyin bey’den çuvalların içindekileri toptan uygun bir fiatla satın aldım bu yayınların hepsi Halkevleri Tiyatro yayınlarıydı..onların içinde İ.Galip Arcan’ın Makyaj Sanatı - Refik Ahmet Sevengil’in Tiyatro tarihi - çoğu Fransızcadan adapte edilen sayısız Tiyatro Oyunları.. benim gözümde bunlar değeri biçilmez bir servetti .
                                                                                                                                              
 
ANKARA D.T.C.F    KÜTÜPHANECİLİK BÖLÜMÜ SINAVI 1962
 
Sınav gününe iki gün kala hemen Ankara’ya gidip ’’Kütüphanecilik bölümüne kaydımı yaptırdım ertesi günü de sınava girdim..şaşılacak şey Divan Edebiyatından yalnız bir soru çıktı öteki soruların çoğu Fizik matematik , Geometri. gerçekten bu duruma içimden isyan etmek geliyordu böyle bir şey olamazdı Kitaplar.!. Kütüphanecilik ne demek ? Cebir –Fizik mi demek ? matematik ve fen dersleri sorularına hiç el süremedim. çok geçmeden öğrendim ki bu sınav sisteminde yer alan diğer Öğrenci adaylarının da seçtiği bölümleri de birlikte kapsıyormuş akşama doğru boşuna sonucu beklemeden hemen O gece Trenle İstanbul’a hareket ettim ! o yılların sisteminde sınavlar çakışmadan ayrı tarihlerde başka sınavlara da girebiliyordunuz ..hemen İstanbul’daki İktisat fakültesi Gazetecilik bölümüne sınav için gerekli işlemleri yaptırdım.  
 
 
 
İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ İKTİSAT FAKÜLTESİ GAZETECİLİK BÖLÜMÜ
 23.9.1962
 
Her şey ucu ucuna olmuştu.sınava girdiğimde hele sınavda Burhan Felek ve Haldun Taner’i görünce gözlerim parladı... içim öylesine ferahladı ki anlatamam sorular Edebiyat ve yerli - yabancı yazarlarla ilgiliydi sınavda uzunca bir öyküye yer verilmişti alt üst edilmiş, iyice bilerek karıştırılmış,darmadağın edilmiş bu öyküyü dizerek tekrar kuracaktık           kendimi tutamıyordum ..sevinçten uçacaktım içimden ıslık çalıp şarkı söylemek geliyordu         sonuçta çok iyi bir puanla İstanbul Üniversitesi İktisat fakültesi Gazetecilik bölümüne girmiş oldum !
 
                                                                                     
HOCALARIMIZ
1962-63
 
İktısat………………Doç.Dr. A.Kılıçbay    Geopoliitik……….Ord.Prof Besim Darkot
Adalet Emniyet……Doç.Dr. Ö.Tosun      Sosyoloji………… Prof. Ziya Fındıkoğlu
Siyasi idari Bilgiler..Goç Dr.S.Özçelik      Sanat Edebiyat    .Haldun Taner
Gazetecilik Tekniği..Prof.C.M.Hulten       Yazı nevileri……   Burhan Felek
Basın Yayın tarihi   H.R.Ertuğ                  Radyo işletmeciliği.H.R.Ertuğ
İngilizce ………….. Ayşe Sarıalp             Maliye .Feyzioğlu
 
Gazetecilik bölümü tam kafama göreydi hele Burhan FELEK’in derslerini iple çekiyordum nedense Burhan Felek bana İlkokul Öğretmenim Nafi ŞİNİKÇİ’yi hatırlatıyordu. ikisi de sanki Öğrencilerini sırtına alıp gezdirecek yapıda hocalardı .. Burhan Hoca Öğrencilerinin dolu dolu bilinçli ve deneyimli olması için kendi içindeki o güzel tecrübelerini olduğu gibi bize aktarmaya çalışıyordu örneğin yatarken başucumuza bir kağıt kalem bulundurmamız gerekliliğinden tutturun da neler neler..!
 
BURHAN FELEK 
 
İstanbul Mülkiye idadisi (yani Hukuk fakültesi) ni bitirmiş bir ara öğretmenlik ve Avukatlık yapmış daha sonra durmadan çeşitli Gazetelerde fıkra yazarlığı ve mizahi hikayeler yazmış’’ Vatandaş Ahmet Efendi ‘’gibi..öykü ve hatıraları kaleme almış ayrıca İstanbul Şehir Tiyatrosuna J. Verneile’den adapte ettiği ‘’ Melek Hanım’’ oyunu dışında arkasında geniş bir Okuyucu kitlesi olan devamlı güncel konuları işleyen bir yazardı.. mizah ile donatılmış yazılarının bir tiryakisi de ben sayılırdım.. kahvedeki tiplerle gelişen mizahi Pazar yazılarını hiç kaçırmazdım.Üniversite’de.ders dışında bile Burhan hocanın devamlı peşindeydim ondan hayatımda değerlendirmek üzere çok şeyler öğrendim..
 
HALDUN TANER
 
Hukuk fakültesi Profesörü HaldunTANER Devlet onu okumak üzere Heidelberg Üniversitesine göndermiş Siyasi bilimler fakültesine devam etmiş ancak zatürre olunca eğitimini yarıda bırakıp tekrar Türkiye’ye geri dönmek zorunda kalmış 1950 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat fakültesi Alman filolojisi bölümünü bitirdi ayrıca Viyana Max Reinhard Tiyatro Akademisinde eğitim gördü prof.Kinderman’ın yanında felsefe ve Tiyatro bilimi okudu..Türkiye’de 1950 den sonra da İktisat Fakültesi Gazetecilik Enstitüsünde sayısız öğrenci yetiştirdi. Geleneksel Türk Sanatlarıyla Dünya sanatını birleştirip özleştirerek Halkın kullandığı günlük diliyle yazdığı oyunları yabancı dillere çevrildi ayrıca Türkiye’de ilk Epik ,Tiyatroyu uygulayan ve Kabare Tiyatrosunun temelini atan kişidir..Haldun Taner tam bir İstanbul beyefendisi hele Dünya Tiyatrosu hakkında tüm sorduklarınızın hemen karşılığını alırdınız bu konuda beni biraz telaşlı zamanla yarışan bir kişi olarak tanımlardı çevremdeki tüm yazarlara daha sakin olarak bakmamı isterdi ders dışında Haldun Taner’den bir de Burhan Felek Hocanın peşine benden başka takılan pek kimse olmazdı..bir gün okul dışında Burhan Felek Hoca’ya Gazetecilik hakkında çok şey öğreniyoruz ama uygulama alanında bir Gazete binasının içini ve gazetenin basılması safhasından hiç haberimiz yok diye şikayet edince Burhan Felek hoca bana yerden göğe kadar haklısın bak bu konuyu en kısa zamanda gündeme getirmeliyim dedi birkaç gün sonra sınıfa durumu açıkladı ve bana tekrar teşekkür ederek öğrencilere müjdeyi verdi- Çocuklar önümüzdeki Salı günü Sizi Cağaloğlundaki Hürriyet Gazetesine götüreceğim bir Gazetenin orada nasıl hazırlandığını nasıl basıldığını ayrıntıları ile yakından göreceksiniz
 
HÜRRİYET GAZETESİ ÖNÜNDE…
 
Salı günü Cağaloğlundaki HÜRRİYET GAZETESİ binasının önünde Hocamız Burhan Felek ve tüm öğrenciler topluca bekleşiyorduk..hocamız bu uzun bekleyişe tahammül edemeyerek üçüncü kez idare binasına yukarıya çıktı.. hepimiz içeri girmek için izin bekliyorduk uzun bir aradan sonra Burhan Felek ter içinde rengi atmış her zamanki içten ve doğal halinden eser kalmamış vaziyette geldi..bizlere ne yazık ki içeri giriş izni vermediler Sizleri buraya kadar getirdiğim için hepinizden özür dilerim dedi. bu koskoca Gazeteciler cemiyetinin başkanı ilerde(ŞEYHÜL MUHARRİR)’in yani Gazetecilerin( PİR)’i unvanı ile ödüllendirilecek öylesine Saygın bir kişinin bu huzursuz hali ve düştüğü durumlar doğrusu çok zoruma gitmişti..öyle zoruma gitmişti ki okuduğum üç sömestreyi de bir anda silip atabilirdim ne demek ? şurası açık ki diplomamı alsam bile bu büyük Gazetelere kendimi nasıl kabullendirecektim.. birilerini aracı koyup yalvar yakar mı girmem gerekecek ! daha onlarca soruyu kendi kendime sorarak bir an önce karar vermem gerektiğine inanarak kararımı orada hemen özgürce verdim..Gazetecilik mesleğinden bir anda vazgeçtim..Bir kaç hafta sonra İstanbul Belediye Şehir tiyatrosunun Oyuncu sınavı açacağını basından öğrenince biraz rahatlar gibi oldum..
 
                 
 
 
 
 İSTANBUL BELEDİYE ŞEHİR TİYATROLARI SINAVI
15 -6-1963
 
Tunç YALMAN o yıl yurt dışından gelmiş Shakespeare’in CORİOLANUS Oyununu sahneye koyacakmış ! İstanbul Belediye Şehir Tiyatrosu kadrolarını genişletmek amacı ile açılan bu Yeni sahnedeki sınava Shakespeare’in “ Atinalı Timon “ adlı oyunundan bir tirat ezberleyerek sahneye çıktım.. gümbür gümbür oynadıktan sonra juride bulunan Yıldız Kenter daha önce profesyonel olarak hangi Tiyatrolarda çalıştığımı sordu.. Profesyonel olarak hiçbir Tiyatroda yer almadığımı söyleyince şaşırdı.. ertesi günü kazananlar   Listesinin en başında adımı bulunca sevinçten uçtum..
 
        İstanbul  BelediyeŞehir Tiyatrosuna Giriş Belgesi
 
 
 
MUHSİN HOCA İLE TANIŞTIRILDIM
 
Daha sonra Muhsin Ertuğrul Bey ile tanıştırıldım Muhsin bey beni Diyarbakır’da yazdığım mektuplarımdan hatırladığını söyledi derin hafızasına hayran oldum.! provalar.. provalar Muhsin hoca provaların olmadığı bir gün beni Tepebaşındaki odasına çağırttı..benden çok memnun olduğunu gözlemlerimin çok iyi olduğunu bunu değerlendirmem gerektiğini Reji sahasında çok yararlı olabileceğimi söyledi.. hiç zaman kaybetmeden Almanya’da           Theater Wissenschaft da Okumak üzere Üniversiteye devam etmemin yararıma olacağını söyleyince.. içimde bir ateş’in alev aldığını hissettim..hem de ne ateş ! Muhsin Hoca gibi bir Tiyatro adamının bu sözleri boşuna söylenmiş olamazdı..ama Almanca tek kelime bilmiyordum öğrenimi karşılayacak kadar finans kaynağım da yoktu.babama bunları anlatamazdım ama içimdeki ateş beni durduramıyordu..ertesi günü Muhsin Hocaya gidip “kararımı verdim gideceğim dedim.”.hiç unutmam kulağımdan tutarak’’sakın Politika uşağı olma ‘’ .demişti..                                              
 
 
 Almanya Aachen sehir tiyatrosu
 
 
 VER ELİNİ ALMANYA      
   1-10-1964 
 
Önce Almanya’nın Aachen şehrine gittim orada tanıdığım bazı öğrenci arkadaşlarım ve Ağabeyim vardı bu şehirde Theater Wissenschaft ( Tiyatro ilimleri) Üniversitesi olup olmadığını öğrenmek istiyordum Aachen Şehir Tiyatrosu Opera bölümü ile birlikte aynı binada yer alıyordu.. Tiyatro binası Klasik tarzda çok görkemliydi..O zamanlar Herbert von Karajan Opera da şef olarak çalışıyordu Tarzanca da olsa ona derdimi anlattım benim aradığım bölümün Köln Şehrinde olduğunu öğrenince Köln’e gitmeğe karar verdim. Ağabeyim beni takdir ediyordu –bak yanımda kalsan burada evde tek Kelime Almanca öğrenemezsin..kendi başının çaresine bakmak zorunda olman en doğrusu ancak o zaman başarılı olursun ! Köln’de Nuemark’da Trafik PolisineTarzanca Köln Şehir Tiyatrosunu sordum el ve yönlemelerle bana Tiyatronun nerede olduğunu tarif etti hemen Neumark’dan doğru yönelip Tiyatroyu kolayca buldum
 
Koln şehir tiyatrosu1.girişfoto
BAŞ REJİSÖR - İNTENDANT
 
Tiyatro’ya girmezden önce Lügate bakıp Baş Rejisör sözcüğünün” İntendant “olduğunu öğrenmiştim. Kapıdaki yetkiliye İntendant deyince bana refakat edip yukarıdaki odaya kadar çıkardı.. içeriye girip başrejisör (Arno Asmann)’a başladımTarzanca döktürmeye İstanbulda.. Shakespeare..Coriolanus..oyununda oynadığımı Tiyatroda çalışmak arzumu ve Üniversiteye (Theater Wissenschaft) da okumak istediğimi..Almancanın kafasını gözünü yara yara değil,elimle kolumla kopara kopara anlatmağa çalıştım.Baş Rejisör ArnoAssman biraz güç olsa da niyetimi anlamıştı kolundaki saatını bana uzatıp eliyle gösterek yarın Saat Onda aşağıda sahnede olmamı istiyordu..ertesi günü bilmeyerek Tiyatro’nun OPERA bölümü sahnesine geçmiştim...Oyun Schiller’in yazdığı” Don Carlos” ben bu Tiyatro oyununu çok iyi biliyordum Sahnede telsizlerle, sahne içinde pano taşıyan Kamyonları görünce çok şaşırdım. Plan ve numaralara göre Dekor düzenlemeleri yapıyorlar Rejisör beni görünce biraz beklememi söyledi !
 
SAHNE   DONANIMLARI
 
Çelik tellere bağlı olduğumuz tonlarca ağırlığımızı taşıyan Locaların yukarıdaki askılardan inmesi en fazla 2 dakika zaman alıyordu oyun boyunca dekorlar kurulup dekorlar kalkıyor inanılmaz tekniklerle çok zaman kazanılıyordu... Kraliyet sarayında .. hemen muhteşem bir Sahne kuruluyordu.Locadaki Kardinaller.Işıkla birlikte sanki yakın plana gelmiş oluyordu.. Baş rejisör Arno Asmann oyunun rejisörüne anlatmış olmalı ki Rejisör Asistanına benim için acele bir Kostüm ölçülerimin alınması ve beni oyunun provasına hazırlaması için direktif verilmiş....
 
OPERA MI ?
 1964
 
 Oyunun General provası olacak ancak orkestra’nın başlaması ile Don Carlos’un Opera olarak oynandığını anladım mizansenimiz belli sahnelerde itiraz eden Kardinallerin    gurubundayız..belirtilen yerlerde Kardinallere ayrılan Asma kattaki Localardan ayağa kalkarak hep birlikte yapacağımız protesto niteliğinde değişik mizansenlerimiz vardı..Reji asistanının anlatmağa çalıştığı oyun boyunca yanımdaki yaşlı kardinallerle onlarla birlikte hareket edecektim yanımda oynayan yaşlı tecrübeli kişilerin zamanın çok ünlü Tiyatro Oyuncuları olduğunu emekli olduktan sonra evde oturmamak için Figüran ve etrafındaki oyuncuları eğitmekle görevli olduklarını, bunun da maddi durumlarına bir katkı olduğunu ancak sonradan öğrendim. yine öğrendiğime göre Arno Asmann şu an için Tiyatro’da bölümünde az kişili sanatçılarla oynanan oyunlar devam ettiğinden Tiyatro bölümünde           açık yer olmadığından beni Opera bölümüne bilerek yollamış !
 
 
 Schiller in DON CARLOS oyunundanfoto
 
Don Carlos operası süresince Deneyimli emekli Tiyatrocular sayesinde her gün biraz daha iyi Almanca öğreniyordum…üstelik yüksek Almanca...Opera çalışanları benden memnunlar müzik yeteneğim olmadığı halde belli sahnelerdeki Opera parçaları kulağımda bir alışkanlık yarattı aşağıdaki oyunun seyri için hoparlörlerden verilen Müziklerinden hemen sıramın geldiğini anlıyor adım Anons edilmeden Kondüvit Paul Bergman’ın yanına gidip sahnemi bekliyordum.. bir kaç ay sonra Billy Budd operasında bana daha belirgin olan Gemi subayı rolünü verdiler.. .Billy Budd Operası bir gemide geçiyordu..o zamanın tekniğine göre Sis-Deniz-çalkantlar-vs.burada inanılmayacak kadar sahne yeniliklerini görüyordum..artık kantinde tüm oyuncular gibi rolümü beklerken Baş rejisörün masasına kabul edilip onlarla konuşmak benim için büyük bir Onur ve güven kaynağı haline geldi arada Almanca yanlış sözcükler kullandığımda hemen beni düzeltiyorlar ! maddi durumum ile ilgileniyorlar ! tatil günlerinde ne yaptığımı soruyorlar. evdeyim.. cevabını verince koskoca intendant bana kızarak Köln televizyonundaki Drama yapımcısının kartını veriyor.. oturmak yok her zaman çalışmalısın diyor.. aslında Tiyatrodan aldığım ücret bana fazlasıyla yetiyordu, inanın benim televizyonda çalışmam koskoca İntendant’ı da mutlu ediyor.oyunculardan kimse yerinde dursun istemiyorlar..! hep ilerlesin..ileri gitsinler . arkamda bıraktığum o yıllarda bana yol gösteren bütün Hocalarıma bu gün bile geceleri hep yatağa girerken Dua ederim.
 
Rejisor Klause WERNER ile                                    BillyBUD oyunundan
KÖLN TELEVİZYONUNA GİDİYORUM
 
O Cumartesi Köln Televizyonuna gidip yetkili kişiye İntendant’ın (Baş rejisör’ün ) kartını veriyorum..Pazar günü Albert Camus’un ‘’die Mauer’’(duvar ) adlı hikayesinden uyarlanan bir çekim varmış Pazar günü saat 10.00da da Stüdyo Dairesinde bulunmam gerektiğini söylüyorlar..Pazar günü Televizyon Stüdyosu Görevlisi ismimi alıp büyük Odada beklememi söylüyor.. Bu arada Almanca Lisanım anlaşılır duruma geldmişti. bekleme salonunda çekilecek Filmde sıramı bekliyorum saat 11.oo-12.oo oldu öğleden sonra 14.00 oldu etraftan çağıran falan yok..sıkıldım Sanat dergilerine bakıp duruyorum ancak saat 17.oo de İsmim Anons edildi.’’Bay Zarak lütfen Stüdyoya ’’.Tv Rejisörü bana mizansenlerimi gösteriyor! benim sahnelerimde pek fazla tekrar olmadı..saat 18.00 de benim sahnelerin tümünün çekimi bitti..yetkili kişi muhasebeye uğrayıp hak ettiğim parayı almamı söyledi..makyajımı silip muhasebeye gittim.. elime tam 875 D.M saydı şaşırmıştım bu işte bir yanlışlık olduğunu söyleyince muhasebeci yüzüme baktı -ne yanlışlığı saat Onda gelmişsiniz bu saatler göz önüne alınarak ücretiniz ödeniyor hesapta yanlışlık falan yokmuş..şaşırdım.. bu para beni en az bir ay idare ederdi.. Tiyatrodan kazandıklarım da cabası
 
                                    
 CEP      TİYATROSU
 
 
                       Not: BU TARİHLERDE ALMANYA’da OLDUĞUMDAN DOLAYI YAZININ KAYNAĞI
                           FEVZİ GÜNENÇ’den ALINMIŞTIR 1965
 
Ticaret Lisesinden iki arkadaş Fevzi GÜNENÇ ve Kaya.,ÖZTAŞ,.. Kaya okulu bitirip Fransızca öğretmeni olduğunda ,öğrencileri ile YAĞMURCU oyununu (Richard NASH) Site sinemasında sahneye koyup oynamışlar.aradan geçen zaman içinde . Kaya ÖZTAŞ ve Fevzi GÜNENÇ’in ortaklaşa tiyatro özlemini duyarak adı gibi CEP kadar bir yer bulması ile ateşlenen tiyatro sevgisi,.. suburcu’nun İstasyona inen yolun hemen başında , açıkca Baklavacı Güllüoğlu’ nun altındaki basamaklarla inilen kırk metrekarelik küçük bir bodrum katında gerçekleştirildi. işlek yerde olması tercih edilerek kiralanması ile yeniden tiyatro aşkı başladı.yarısı sahne yarısı salon olan bu Tiyatroda az kişilik oyunlara yer verilecekti. hemen .duvarları kireçle badana edilip üzerine hasır kaplatılarak provalara başlanıldı.Sinemanın giriş ücretlerinin 3 Lira olduğuO zamanda Tiyatroyu yaygınlaştırmak adına giriş ücrertlerini 1 Lira olarak belirlediler….
 
                               CEP TİYATROSU    KADROSU
                                           Kaya    ÖZTAŞ
                                           Gülten GÜNENÇ
                                           Fevzi GÜNENÇ
                                           Uğur SARAÇ
                                           Mustafa BAKKALOĞLU              
                      
 İLK OYUN   :          Cahit ATAY’ ın        PUSUDA
                                 ÖĞRETMEN………Kaya ÖZTAŞ
                       DURSUN………… Mustafa BAKKALOĞLU
                                                    ( Fevzi GÜNENÇ)
KARALARIN MEMETLERİ   (Cahit ATAY)
BİR EVLENME    (Anton ÇEHOV)
DAMDA DELİ VAR (Aziz NESİN ‘ in öyküsünden   Fevzi GÜNENÇ’ in Oyunlaştırdığı
 
            **       CEP Tiyatrosu sonradan Baklavacı GÜLLÜOĞLU’ nun DEPO su olarak
                      kullanılmıştır.
 
 
 
GAZİANTEP ŞEHİR   KULÜBÜ SALONU ‘nda
ODA    TİYATROSU
 NABİ    ATAY ve ARKADAŞLARI    
                               
      1-ŞUBAT-1965                        
         
NabiATAY belli aralarla Gaziantep’e turneler düzenlemiş çoğu zaman oyunlarınisimlerini ve kurgularını değiştirip sunmuşlardır, ne de olsa orta oyunlarda deneyimi olan bu Oyuncular bir ay kadar Şehir Kulübü salonunu kiralayıp burada komedilere yer vermişler ODA TİYATROSU adı altında oyunlar oynamışlardı ne var ki Gaziantep   seyircisi bu salonu pek alışık olmadığından seyirciden beklenen ilgiyi görmemişler. (Adil Özdemir’in girişimi ile organize edilmiş)          
 
   KADRODA :Nabi ATAY -Orhan PİŞKİN -Feriha UMAN   -Osman KİPER   yer almış.
  
 
 
                                                                                     
GAZİANTEP    LİSESİ    OYUNLARI
ELVAN    ATAY
 
                                                                               (      yazı kaynağı duyumlardan elde edilmiştir    )
 
Elvan ATAY Gaziantep Lisesinin Edebiyat öğretmeni olarak her yıl okulda ve dışarıda oyun sergileme geleneğini sürdürmüş bir çok hevesli oyuncuları ateşlemiş kısaca Tiyatro sevgisini yaymaya çalışmıştır..sahneye koyduğu oyunlar arasında 1968-…de . Midasın kulakları    (Güngör DİLMEN ) Palto (N.V.GOGOL ) Duvarların Ötesi         (Turgut ÖZAKMAN) Mezarsız Ölüler(J.Paul Sartre)Güneşte On kişi (Turgut ÖZAKMAN) Pir Sultan abdal (Erol Toy) Bu oyun oynanmamalı -Ayak bacak fabrikası (Sermet ÇAĞAN) Bunun yanında aralıklarla Şiir geceleri de tertip etmiştir.
 
 
 
 UNİVERSITAT   ZU KÖLN    PHİLOSOPHİSCHEN    FAKULTAT
 THEATER   WİSSENSCHAFT     
 1964-65
 
                                                                                                                  
Köln Üniversitesi yetkilileri ile görüşme zamanı geldi.. önce 10 kasım 1967 de Almanca toplu sınavına girip bu sınavı kazandığıma dair bir Belge almam gerekiyormuş..Türkiye’de İstanbul Üniversitesi İktisat fakültesinden giriş sınavı verdiğime dair bir Belge getirirsem ayrıca Almanya’da fark derslerden sınava girmeme gerek yokmuş..bunu öğrenince çok sevindim hemen İstanbul Üniversitesinden sınavı kazanıp Üniversiteye girdiğime dair Belge gelince bunları Köln Üniversitesi idaresine ibraz ettim.10 kasımda.Almanca yazılı sınavımı verip kazandığıma dair Belgemi almıştım.Üniversitenin başka bölümlerinde okuyan Türk arkadaşlar aylar boyu Goethe enstitüsüne devam edip teypli sistem ile birlikte Almanca öğrenimi almışlar aylık olarak her ay 1000 D.M ödemişler ben onlardan daha şanslıydım tiyatro ve çevresinde Rejisör ve oyunculardan hoch Deutsch (yüksek Almanca öğrenmiş) tereddütsüz konuşuyordum şanslıydım bunun içinde para ödemedim Şanslıydım.. bundan dolayı bir daha içimden yaşasın Tiyatro demek geliyordu.!. Köln Üniversitesine resmi olarak kabul edilmiştim bölümde bir Avusturyalı öğrenciyi saymazsak tek yabancı bendim Profesörler beni çok seviyorlardı hele Prof.zur Nedden öğrenimimin ilk günü Galata köprüsü yerinde duruyor mu diye sorunca gülerek evet dedim arkasından hiç beklemediğim Muhsin Ertuğrul Bey yaşıyor mu (Dünya Tiyatro kürsüsünde çalışmasından dolayı tanınıyordu) ona da. evet dedim C.Otto zur Nedden ayrıca stüdyo çalışmalarımızı da yönetiyordu..çalışkanlığımdan ve dakik olduğumdan olsa gerek stüdyoların anahtarını hep bana teslim ederdi Disiplinimi öbür arkadaşlarıma örnek gösterirdi.. geceleri Köln Şehir Tiyatrosunda artık Opera ile ilgili çalışmalarımı bırakıp Tiyatro bölümündeki sahneye konan kalabalık oyunlar repertuarda yer alınca branşım olan Tiyatro bölümündeki kısıma geçip ,Wılliam Shakespeare’in 3.Richard oyununa girerek devam ettim .. aylar sonra onun arkasından..Goethe’nin Faust oyununa başladık.
 
 
 
KÖLN ŞEHİR TİYATROSU
 
   25.10.1966
 
Tiyatro binası yedi katlı bir bina. her katında idare .terzihane dekor atölyeleri.dökümhane vs. olan tam teşkilatlı bir Tiyatro ılk girişin arkasında Opera binasına açılan kısmı vardı alt kattaki kantininde her çeşit içki bulunmasına rağmen oyuncular kendilerini büyük bir sorumlulu içinde hissederek gerçekten çok ölçülü davranırlardı..çoğu zaman düşünmüşümdür Kantinde Tiyatronun ilahı olan İntendant’ın masasına oturup onunla kendi yurdumda olsaydım ne derece ne kadar sohbet edebilirdim..bu mümkün mü ? hocalarımı çok sevdim gerçekten onlar kendi öğrencilerinin hep iyi yerlerde olması için çalışırlar bundan da büyük mutluluk duyarlardı..seyircilere gelince itinalı giyimlerle hele yaşlı karı kocalar kol kola “Hamlet“vb.gibi.oyunları acaba şimdi nasıl bir yorumla karşılaşacağız diye merak ederek tekrar aynı adı taşıyan oyunlara geldiklerine çok şahit oldum
 
THEATER WİSSENCHAFT   -   ARAŞTIRMACILIK
 
 
 
 
Tiyatro ilimleri diye adlandırabileceğimiz Üniversiteye bağlı bu ilim dalı Tiyatro’yu –Kaynağı -.Tarihsel gelişmesi –kuralları –gereçleri- tekniği –sahneye koyuculuğu-Tiyatro Hukukunu değişik yönleri ile incelemeyi amaç edinmiş eğitim yöntemlerine dayanmaktadır Tiyatro İlimleri dalında öğrencilere herşeyden önce araştırmacılık sorumluluğunu aşılıyorlar.. ondan sonra sizi kimse tutamıyor! tiyatro bölümünün arşivleri her an elinizde hazır.. daha Rejisör unvanını almadan yazarlar birliği size teks halinde yeni oyunları okumanız için ev adresinize gönderiyor. belli bir süre okuyup tekstleri sonra Yayın evine tekrar iade ediyorsunuz.. ayrıca bazı hafta sonlarında Üniversiteden kalkan otobüsle dönem dönem Almanya’nın belli başlı tiyatrolarını gezdirip bilgi edinmemizi sağlıyorlar son sömestereye doğru hangi Şehir Tiyatrolarında çalışmak istediğinizi soruyorlar ama tüm tiyatro branşlarının tamamını eksiksiz görmek başarmak zorundasınız örneğin Sahneye koyuculuk – Eleştirmen - Tiyatro Hukuku- bunlara isteğinize göre son sömestrede ana branşınızı seçerek çalışıyordunuz benim seçtiğim ‘’Sahneye koyuculuk-Reji ’’bölümü son sömestirde iyice yoğunlaşıyordu.. mezuniyet sınavında seçtiğiniz bir oyunu sahneye koyup başarılı olmak zorundaydınız.. oyuncu olarak Şehir Tiyatrolarından ve özel tiyatrolardan oyuncu olarak yararlanmak olanakları sunulmuştu. ben Eugene İonesco ‘nun ‘’Sandalyaler ‘’oyununu özel tiyatrolardan aldığım iki oyuncu ile sahneye koydum ve geçer not aldım. ne ilginç ki öğrenimim süresince hep doğduğum Şehir Gaziantep’e hizmet edeceğimi kendime vazife edinip elime geçen tüm tekstleri Gaziantebimizi düşünerek okuyarak değerlendiriyor onları bir köşede Gaziantebim için saklıyordum...
 
 DOĞU BERLİN      TURNESİ
    8 .9.10.11.Mayıs.1967                              
 
  Doğu Berlin turnesi Rejisor Günther Brinkmann
 Köln Şehir Tiyatrosu olarak” Freie Volksbühne” de İnternational festival için Doğu Berline hareket ettik daha otobüslerde iken içeriye doğu Alman polisleri fotoğraf çekmememizi ve Otobüs içindeki guruptan kısa süreliğine de olsa ayrılmamamız için bizi sert bir dille uyarıyorlar ! buna rağmen ben çay molası verildiğinde guruptan ayrılarak bir çevre değerlendirmesi yapmağa kalkıştım.. etrafta araba sayısı çok az belli ki herkes işinde gücünde ..sokaklar sakin.. çevrede kütüphane sayısı oldukça fazla.. yemek yenecek yerlerin çoğu fiş sistemi ile çalışıyor yemek için hangi restoran’a girseniz kuyruk var ve restoranlar belli saatlerde hizmet veriyorlar..arkanıza baktığınızda sanki takip ediliyor gibi hissediyordunuz.Halkın yüz ifadesi hep yorgun görünümlü biraz dolaştıktan sonra hemen mola verilen yerimize tekrar dönüyorum.. bizim gurup hep şen şakrak Otel ROXY de kalıyoruz gelir gelmez Freie Volksbühne de tekniği ve ışığı herşeyi ile sahneye Uyum provası yaptık her şey yerli yerinde oyuna hazırız Celestina (Fernando Rojas )ın oyununu festivalin üçüncü günü oynadık Oyunumuz Festivalde birincilikle ödüllendirildi.
 
KADRO
 
Almanya’nın en tanınmış oyuncuları Greate Wurm-Paul Höfer-Lambert Hamel-Kurt Brinkman Ross Geiger-Schlaminger Ostermann ve diğer kırka yakın oyuncu ile oynanan Fernando Rojas’ın Celestina adlı oyunu sonunda birincilik almıştı .beş gün kaldığımız Berlinde utanç duvarlarını yüksek kulelerden baktığımızda arada sıkışmış gibi duran boş mahalleleri ve Polis Köpeklerini görebiliyordunuz ne acı akrabaları her iki tarafta ama sonuçta ayrı düşmek zorunda kalmışlar..bazan her şeyi göze alarak kanı pahasına duvardan geçmek isteyenleri düşününce insan bu işlerin şaka olmadığını daha iyi anlıyor.           Brendenburg kapısı Aleksandr str. Karl Marx Allee..mollstr..Berlin Enseble(Berthold Brecht) ve Müzeler. boş saatlerimi hep buralarda geçirdim.
 
 ASKERLİK                                                                                 
   1967-68
 
Almanyadan dönüşte Askerliğimi Ankarada Muhabere okuluna bağlı ‘’Ordu Film Merkezinde ‘’ yaptım buraya geldiğimde Albay Nusret Eraslan’ın Rejisörlüğünü yaptığı 501 numaralı Hücre adlı filmin hazırlığı yapılıyordu.. Film Mehmet ALTUNBAY’ın hayatını anlatıyordu renkli olarak çekilecekti..o yıllar renkli çekilen filmlerin sayısı çok azdı..film çalışmalarında Memet Altunbay da bulunuyordu askerliğim bu filmle başladı bu filmle bitti. filmde Devlet Tiyatrosu Genel Müdürü Cüneyt Gökçer-Ayten Kaçmaz-Şahap Akalın-Semih Sergen-Aykut Sözeri- Tekin Akmansoy ve hemen hemen Devlet Tiyatrosunun tüm oyuncu kadrosu ile bu film çekiliyordu.filmin hikayesi Mehmet Altunbay’ın Sovyet Sosyalist Kominist döneminde Hava Harp okulu komutanı iken bir Türk subayının bu mertebeye gelmesini hazmedemeyen K.G.B nin türlü bahanelerle Mehmet Altunbay için sudan bir sebep bulup idam fermanı çıkarmasından sonra bu Hürriyet mücahidinin uçakla Türkiye’ye kaçıp gelmesini konu ediyordu.
 
 
501 NUMARALI HÜCRE
 
Filmin senaryosunu Mehmet Altunbay kendisi yazmıştı..çekim günlerinin Ankara’nın o soğuk karlı günlerinde çoğu sahnelerin çekimi Muhabere okulunda filme alındı.karlar altında o soğuk günlerde Cüneyt Gökçer film çekimlerinde hasta olmak pahasına bir çok sahneleri incecik gömlekle oynamak zorunda kalmıştı
 
 
CANSIZ AT   BİR KÜHEYLAN OLDU
 
Film gereği bir AT’ın uçurumdan düşmesi gerekiyordu uzun aramalardan sonra zavallı cılız bir at bulundu uçurumun aşağısında kamera yerini almıştı ayakta duramayacak kadar halsiz at uçurumdan bakıp duruyor bir adım daha öteye adım atmıyordu ama inat AT’mış dediler birkaç kişi itti olmadı..bölükten güreşçi olarak ünlenen Hıfzı çağırıldı atı itiyor at yan gözle arkasına bakıyordu mübarek hayvan sanki bir Küheylan olmuştu..direniyordu beş altı kişi daha çağırıldı zavallı at uçurumdan büyük zorluklarla atıldı..ne yazık ki aşağıdaki kamera onu bir nokta gibi AT olduğu bile belli olmadan tesbit etmişti..O atın yalvarırcasına yapmayın dermiş gibi geriye doğru bakışı sonra bir Küheylan olup direnişi bu bakış hafızama saplanıp kaldı hiç unutamadım.. aylarca rüyama girdi.uzun süren çekimlerden sonra 501 numaralı hücre filmi tamamlanıp Sıhhiye Ordu evi Sinemasında gösterildikten kısa bir süre sonra terhis oldum..bir ay kadar aile hasretini giderip tekrar Almanya’ya döndüm 
 
ALMANYA’ ya YERLEŞMEK- TEKNİK FİLM
 15 ocak 1970
 
 
Çevirisi yeminli çevirmen Eşref NOYAN   Gaziantep 1.noter tlf 1375 Y.No 84 44
63 37 sayılı aslının aynısı bir nüshası saklı olmak üzere 3.1O.1967   1. noter
 
 
 20-8-1939 doğumlu Cahit Saraç İ.Teknik Film stüdyolarında Film asistanı ve Rejisör olarak bizi en memnun edecek şekilde çalışmış ve Bay Saraç’ın atölyemizde dökümanter film yapımında çalışmasının ilerisi faaliyetlerinden büyük yararlar sağlayacağından eminiz Bay Sarac’ın çalışma sahamızdan ayrılışından çok büyük üzüntü duymakttayız. Saygılarımızla.
 
                                                   TEKNİK FİLM I.POLLEY kuruluşu : 1936
 
                                   3012 Langenhagen b. HANNOVER. ELBEWEG 132-Tlf
                                                           Damga-İmza ING.I.POLLEY
 
 
Askerlik bitiminden sonra Gaziantep’te ailem ile bir müddet hasret giderdikten sonra merkezi Bonn şehrinde olan Teknik film de bir yıla yakın süre ile önce Reji asistanı sonra Rejisör olarak çalıştım. daha sonra Prof.zur Nedden benim için Schiller Tiyatrosunda maddi imkanları şaşırtıcı derecede iyi olan.. üstelik lojman ve Sosyal hizmetleri de içinde olmak üzere olağan üstü cazip bir teklifde bulundu.. iyice düşündükten sonra Gaziantep’i ve babamın yaşlılık halini göz önüne alarak bu teklifi kısa bir süre için askıya aldım
 Eiffel kulesi                                                          Seine Nehiri
                                        
 
FRANSA - PARİS SEYAHATİ                                             
 1970
 
Film Rejisörlüğünden ve Köln Televizyon’undaki çekimlerden kazandığım paralarla belki daha sonraları zaman bulamam kaygusu ile seyahat etmeyi düşündüm hızlı Trenle Paris’e hareket ettim Jan Dark Otelinde kalıp Paris’in her tarafını sokak sokak planlıyarak gezdim (9.10.11.12.13.Ağustos) Comodie Français – Odeon - Theatre Sarah Bernarht-Theatre de Villa gibi- Kentin başlıca tiyatrolarını gezip notlar aldım ayrıca Paris açık hava Tiyatrosu ve eğlence merkezi olan Bal du Moulin rouge–Crazy Horse Salon- Les Folies Bergere-Paris’in en ünlü Kabaret şovlarının yapıldığı yerleri gördüm..hele Paris’deki OLYMPİA Konser salonu –Opera de La Bastille –Opera Garnier ilgiçti.. Pariis’in sembolü Eiffel kulesine asansörle çıkıp kuş bakışı Paris’i Seine nehrini izlemek çok güzeldi buradan bakıldığında Nehrin sol tarafı sağ tarafına göre çok canlı ve hareketli görünüyordu.. Notre Dame katedrali ‘ni çan kulesine kadar çıkarak gezdim O müthiş çanı görünce Victor Hugo nun yazdığı eserdeki çirkin kambur Quasimodo’yu ( oysa iç yaşamında ne kadar duygulu ) ki onu bir an burada Esmeralda ile bulacağım duygusuna kapıldım Notre Dame Kilisesi Victor Hugo ile bütünleşmişti sanki...daha sonra kendime müzeler için uzun zaman ayırdım Loure müzesi-Orsay müzesi ve bundan başka Seine nehri karşısındaki ara sokaklarda Antika Kitapçıları ve kişisel sergileri izlemek benim için oldukça ilginçti!
 
 
     Paris Loure Müzesinde                                      Paris Notre Dam Klises
 
İSPANYA – MADRİD   SEYAHATİ                              
                                                                                                                         
 10-11-12-13-14-15-16-17
 
Madrid’e gelir gelmez en çok Hemingway’in devamlı ziyaretçisi olduğu Restoran (Casa Botin )e gittim bana pek ilginç gelmedi(…Zarzuela ) denen balık midye yemek söyleyecektim kalmamış..bir( Rioja) kırmızı şarap ve salçalı balık istedim.daha sonra da şehrin en işlek merkezi ( puerto del sol ) a indim. Flamingo’nun hüzün dolu güzelliğini görmeği akşam için planladım öğleden sonra olağan üstü geniş Rettiro park ve Plaza de Colon Kültür Merkezi-plaza de Espania yoğun caddeler.. Resmi binalar ve Cervantes Anıtı. Ülkede Ulusal birliğin kurulmasında Tiyatrolar çok önemli roller oynamış Lope de Vega-Moreto-Calderon- Cervantes önemli eserler vermişlerdi.sadece Madrıd’de Otuz Tiyatro vardı (Plaza Mayor) denen yer çok büyük içinde Boğa Güreşi arenası bile var..İnsanlık dışı bulduğum Boğa güreşlerine istemeyerek de olsa gitmeliydim..o küçük bayraklı şişleri Matadorun çoğu kişilerce heyecanlı ve zevkli bulduğu zafere ulaşmış gibi zavallı boğanın sırtına bir bir saplaması oleyyy..oleyyy...sesleri tirübündeki bağırmaları beni çileden çıkardı yurdumuzda aynı gösteriler yapılsaydı Avrupa bizim için ne derdi kimbilir ? Arenadan nefret ederek çıktım (.Prado Museum) Paseo del Prado-müzesi dünyanın önemli Ressamlarına ev sahipliği yapıyor -El Greco-Goya-Rubens-Montegna-Dürer- Boticelli..bu ressamların şahaserlerini zaman vererek doyasıya izledim.
 
  
 
Potrekiz AltoBairro Açık hava tiyatros                          Bairro Sokakları                       
PORTEKİZ - LİZBOA    SEYAHATİ                                  
 
 18-19-20-21-22-23-24-25-26 -27 .28 Temmuz 1970
 
Belediye Sarayına iner inmez Lizbon’un en güzel binalarından Rossio Tren istasyonu kendini gösteriyor ( Alfama ) Lizbonun yer yer İslam etkisi altında kalan küçük bir bölgesi yüksekte kalan (Belem) kalesinden etrafı seyretmek gerçekten çok güzel bir duygu. !
 
SALAZAR   ÖLMÜŞ
 1970
 
Lizbon’da bulunduğum o günlerde Antonio Oliveira Salazar(27 temmuz 1970 de ölmüştü Cenazesi Lizbon’da Sao Jeronimo manastırında(şehir içinde) katafalka konmuş ..Tören yapılacakmış ..görmek bana göre bir bakıma bilgi edinmek demek ! halk tek sıra olmuş Katedrale giriyor .. merak edip ben de sıraya girdim Cenaze tabut’un içinde yüzü açılmış muhtemelen güzelleşmesi için makiyaj da yapılmış katafalkın önünden geçtikten sonra etrafa büyükçe defterler koymuşlar doğrusu Salazar hakkında pek geniş bilgiye sahip değilim.. yine de deftere birkaç satır karaladım..hatırladığıma göre Almanca olarak şöyle yazmıştım –‘’bir Türk vatandaşı olarak Sizi yargılayacak durumda değilim iyi şeyler yapmışsanız bunu Yaradan değerlendirecek.ama halk kitlelerini göz yaşı içinde koydu iseniz de bunu en azından Halk değerlendirecektir Turist olarak törende bulunan imza Cahit Saraç ‘’ ..Lizbon’un en ucunda ( Belem ) bundan 1500 yıl önce buradan kalkan gemiler Hindistan’a kadar ulaşmış daha sonraki yıllarda Brezilya’nın keşfine neden olmuş. Belem bölgesi gittiğim günlerde UNESCO tarafından korunmaya alınmıştı tamirler devam ediyordu..
 
LİZBON
TİYATROLAR- MÜZELER                                                         
SOKAKLAR – MEYHANELER
 
 bu çevrede Belem kulesi ve Kültür Merkezleri yer almakta elbette ben gezmeye Tiyatrolardan başladım Milano’daki (La Scala ) Tiyatrosuna benzeyen(Teatro Nacional Sao Carlos - tiyatrosu tatilde olduğundan idare binasına kimliğimi açıklayarak girebildim bundan başka caddelerde yer yer özel Kabere tiyatroları var.. açık hava tiyatroları pek eski değil sonradan stad tarzı betondan yapılmış Sinema ve Tiyatro yüksek okulu da var (Escola superior de Teatro eCinema) sonrası (Arkeloji müzesi)ve(Atelier Renaissance ) müzelerini de gezdim kentin bohem mahallesi olan (Bairro Alto)da eski antika kitap satan yerler küçük caddeye taşan meyhaneler sürekli birikim yeme içme üzerine yoğunlaşmış.. balık..şarap bizdeki kahve sayısı kadar meyhaneler var.. deniz mahsulleri satan yerler bol yemekleri ve mezeleri tıpkı bizimkiler gibi. lezzetli.acı..salçalı hele Porto şarabı dedikleri kadar varmış bir şişe içseniz bile hiç ağırlığını hissetmiyorsunuz çakır keyf oluyorsunuz insanı hiç rahatsız etmiyor..Halk şarkıları söylenen (fado) yerler var.oldukça ilginç bizim Barak havalarını da anımsatıyor !.yeme içme çok ucuz her şeyin hakkını veriyorlar bu ülkede turistlerin peşine takılanlar yok..elinde inci boncuk ile yarım İngilizce ile’’ Well kam mister.’’.hediyelik bunlar diye bir onlarca metrelik mesafeyi peşinize takılıp sizinle gelmiyorlar .turist bu ülkede gerçekten özgür.. hiç rahatsız edilmiyor.. fakir de olsa buranın halkını çok sevdim defalarca sınadım, aldığım bir şeyin parasını avucumdaki fazlaca parayı uzatarak almasını istiyordum başka bir yerdeki alış verişlerde aynı şeylerden aynı parayı aldıklarını çok test ettim sonuç her zaman hep aynı oluyor hile yapmıyorlar.!.dedim ya Portekizlileri çok sevdim.. bunun için de burada daha uzun kalıp doğallığın keyfini çıkardım
 

                                         

                                                                     
ALGARVE     SEYAHATİ
 1970                                                                                                                        
                                                                                                                     
 
Portekiz halkından biraz daha fakir gelirini tamamiyle balıkçılık ve konaklama yerlerine bağlamış alabildiğine kumsallar diyarı..denizi biraz hırçın ama burada öyle sahil boyu deniz kenarına Turizm diye hemen otel falan konduranlar yok . sahil pırıl pırıl biraz kırmızımsı toprak otel ve pansiyonlar sahilden uzakta yapılar hiç sırıtmıyor yürümek için ideal hemen sizi kapıp pansiyona götürmek isteyenlerle karşılaşmıyorsunuz.. nereden bakarsanız bakın manzara harika ! istediğinizde Portekizli yerli halk hemen yardıma koşuyor..menfaatlar için çırpınanlar yok rahatsız edici durum hiç yok..tertemiz düzenlenmiş WC ler ücretsiz. sahil kenarında bizde olduğu gibi beton duvarlar (Otel      sahasına girmek yasak vs.) Levhaları da yok böyle şeylerle hiç karşılaşmıyorsunuz yemekler Akdeniz mutfağı dolma vs.gibi salçalılar da öyle bizimkilere çok benziyor sarımsaklı dana sucukları harika..Halkın fakir olmalarına karşın konuk severlilikleri ve estetik davranışları bana kalırsa Algarve’nin bir kaç yıliçinde içinde parlayan bir Turizm cenneti olacağı kesin gibi gözüküyor !
 
 
ALMANYA   DÖNÜŞÜ
 17 mart 1971
 
Köln’e dönüşümde evdeki posta kutusunda kardeşim Uğur Saraç’ın peş peşe yazdığı mektuplar birikmişti.sitem dolu mektuplar özlemin de bir sınırı var diye başlıyor tüm aile ve tanıdıklar beni bekliyorlarmış, G.Antep’te Belediye’nin inşa edeceği Tiyatro Binasından söz ediyordu kısaca Gaziantep’e gelmemi özlemle bekliyorlarmış zaten bu uğraşılarımın hepsi Gaziantep için değil miydi ?
 
 
DEVLET      TİYATROSU -GAZİANTEP YURT   İÇİ TURNELERİ
ETİ    SİNEMASINDA -     
ÇARK   (Başar Sabuncu )
   5 Haziran 1971 
 
   (    Almanya dönüşü denk geldi     )
 
 
Yazan. Başar Sabuncu            Sahneye koyan:Ali Cengiz Çelenk
 
Konusu.günümüzün burjuva dünyasına yine burjuva dünyasından erişilmeye yeltenen bilinçsiz başkaldırmayı - Hipiliği konu alıyor oynayanlar:Ahmet Evintan- Aykut sözeri-Meliha Ars- Baykal Saran - Mustafa Yalçın -İlkay Saran - Nurşim Demir -Değer Gündemir-